Yenilenebilir elektrik üretimi yatırımlarının devamı için, ticaretin genel yapısını bozmayacak bir model ile yeni bir kurgu tasarlanmalıdır. Aksi halde hiç kimseyi memnun etmeyecek bir yapıya doğru evrilmek çok kolay gözükmektedir. Özellikle elektrik üretimi konusunda yerli ve yenileneiblir kaynaklar denildiğinde akan sular durur. Bu klişeden şimdilik yerliyi çıkaralım çünkü bu yerli kavramı pratik hayatta daha ziyade […]
Yenilenebilir elektrik üretimi yatırımlarının devamı için, ticaretin genel yapısını bozmayacak bir model ile yeni bir kurgu tasarlanmalıdır. Aksi halde hiç kimseyi memnun etmeyecek bir yapıya doğru evrilmek çok kolay gözükmektedir.
Özellikle elektrik üretimi konusunda yerli ve yenileneiblir kaynaklar denildiğinde akan sular durur. Bu klişeden şimdilik yerliyi çıkaralım çünkü bu yerli kavramı pratik hayatta daha ziyade kömür için kullanılmakta. Ayrıca yenilenebilir enerji üretiminde kaynak yerli olsa da yatırımın gerçekleşmesi için gereken ekipmanların büyük kısmı yerli deği. Yani hem tam yerli, hem de tam yenilenebilir enerji üretimi şimdilik mümkün değil.
“MARJİNAL HASARLARIN GENEL TRENDİN ÖNÜNDE DURMASI MÜMKÜN OLMADI”
Buna rağmen, esen rüzgardan, akan sudan ya da güneşten elde edilecek enerjiyi üretmememin mazareti olmaz heralde. Buna karşı çıkan kimseyi de bulamazsınız. Ancak bazı çevresel örgütlenmeler hidroelektrik santralleri ve rüzgar santralleri sebebi ile çevreye verilen zararları dile getirseler de bu marjinal hasarların genel trendin önünde durması mümkün olmamıştır. Zira aynı konu güneş panellerinin üretim süreçleri ve kapladığı alanlar sebebi ile verdiği zararlar üzerinde de yoğunlaşmış olsa da, akıbeti yine aynı şekilde olmuştur.
Peki tüm dünyanın, tüm siyasi görüşlerin ve sektörün hatta finansörlerin desteğine rağmen neden tüm dünya harıl harıl yenilenebilir santral yapmak yerine hala konvansiyonel üretimin, hatta özellikle de termik üretimin peşinde?
Bunun cevabı aslında hem verimlilikte, hem de üretim optimizasyonunda kısacası maliyet ve satış fiyatı denkleminde yatıyor.
Bilinen teknoloji – maliyet – verim konularına hiç değinmeden doğrudan esasa gimekte fayda var.
Yenilenebilir üretim yatırımları gereken verime sahip olmadığı için, devletler bu tesislerin üretimlerine – genelde yatırımlar kendini amorti edene kadar– bir alım garantisi verdiler. Bu yöntem hemen hemen dünyanın her yerinde geçerli bir model olarak yayıldı.
Özellikle hem finasnmanın hem de teknolojinin yoğun olarak bulunabildiği Almanya gibi ülkelerde ise bu yatırımlar – haliyle cazip getiri ve kamuoyu desteği ile– çok yüksek oranlara ulaştı.
Talep yüksekken, dolayısı ile elektrik fiyatları yüksekken bu yüksek alım garantileri sistemi çok fazla rahatız etmiyor gibi göründü. Hatta Türkiye örneğine bakıldığında birçok yatırımcı bu desteği (YEKDEM) kulanmayı tercih dahi etmedi ve doğrudan bir piyasa oyuncusu olmayı daha avantajlı buldu. Bu yüzden de tesisler bir portföy yapısı içierisinde daha verimli olmaya gayret ettiler, daha iyi tahmin yapmaya çabaladılar.
“SPOT FİYATLAR AŞAĞIYA DOĞRU BASKILANMAYA BAŞLADI”
Ancak bir gerçeklik var ki bu her durumda aynı kaldı. Elektrik fiyatının her saat için oluşması o saatin tahmin edilen arzı ile talebini bir denge fiyatında kesişir. Bu modelde arz hesaplanırken sistemin “fiyat ne olursa olsun alım garantisi verdiği” arzın üzerine sistemde ticari olarak hesap yapan tesislerin arzı eklenir. Alım garantili arz – yani Yİ ve YİD’ler gibi YEKDEM üretimleri – arttıkça, doğal olarak fiyatı belirleyen marjinal tesisler bu denge fiyatından uzaklaşmaya başladılar çünkü talep aynı şeklide artmadı. Bu sebeple de spot fiyatlar aşağıya doğru baskılanmaya başladı.
Bu durum sadece Türkiye’de değil, biraz önce bahsettiğimiz gibi Almanya’da da aynı şeklide gerçekleşti. Düşen elektrik fiyatları bazı termik santralleri zor duruma soktu haliyle çünkü yeterli marjı sağlayamadılar. Saatlik durma kalkma opsiyonu olmayan kömür ve nükleer yakıtlı tesisler ise “negatif” ya da “sıfır” satış fiyatıyla elektrik üretmek durmunda kaldılar.
Sonuçta düşen elektrik fiyatları denildiğinde bunda bir toplumsal fayda var gibi anlaşılmaktadır. Ancak maalesef elektrik piyasasında durum bu değildir. Zira devlet bir mekanizma ile yenilenebilir elektrik üretimi yatırımcılarına üretimleri için garantili yüksek bir fiyat vermiştir ve bunu ödeyecektir.
“BAZI SANAYİ KURULUŞLARI REKABET GÜCÜNÜ KAYBETMEYE BAŞLADI”
Örneğin, elektrik fiyat seviyesi ortalama 30 EUR/MWs iken solar yatırımcısına verilen garanti 180 EUR/MWs ise, yatırm yapan şirket bu garanti edilen tutarı her ürettiği MWs elektrik için tahsil etmiştir. Peki bu durumda piyasa fiyatı 30 EUR olan bir emtiayı 180 EUR alan devlet bu aradaki farkı nasıl finanse edecektir? Devlet bütçesinden mi karşılayacaktır? Ek vergi mi koyacaktır? Elektrik işindeki şirketlerden mi alacaktır?
Almanya gibi örneklerde bu fark doğrudan halka “Yenilenebilir Enerji Destek Maliyeti” olarak yansıtılmıştır. Halk zaten bu konuda büyük destek verdiğinden bu maliyete katlanmıştır. Ancak bu sonuç olarak faturaları şişirmiştir. Bazı sanayi kuruluşları artan elektrik maliyeti sebebi ile rekabet gücünü kaybetmeye başlamıştır. Elektriğin fiyatı spot piyasada düşerken, son tüketiciye maliyeti artmaya başlamıştır.
Türkiye bu maliyeti tüketiciye direkt olarak yansıtmamaktadır ancak dolaylı oalrak bu maliyet yansıyacaktır. Burada net bir model olmadığı için tartışmalı şekilde bazen tüketici bazen de tedarikçi aleyhine durumlar görülecektir. Ayrıca bunun doğrudan bir maliyet olarak faturaya yansıltılması belki de “yenilenebilir enerjiyi destekleyen” birçok tüketici kuruluşu tarafından mahkemelere taşınacaktır. Ancak sonuç olarak, bunun doğrudan yansıtılmasından daha doğru bir metod bulunmamaktadır.
Bu ikilem, birçok ülkenin yenilenebilir enerji üretimindeki hızını kesmiştir ve bu çok da doğaldır. Türkiye için de durum farklı değildir. Dışarıdan yorum yapanların büyük kısmı bu konudaki yavaşlama hususunda haksızlık etmektedirler. Ancak düzeltilecek noktalar da vardır.
Bunların başında gelen yenilenebilir tesislerin dengesizlik maliyetlerinin düşürülmesi konusunda adım atılmıştır. Daha sonra mutlaka YEKDEM fiyat garantisi, destekleme primi ile değiştirilmelidir. Tesisler ticaret yapar gibi yönetilmeli ancak üretimleri için ek bir prim ödeme yolu seçilmelidir. Eski yasadan kaynaklanan kazanılmış haklar için yatırımcılar özellikle “katkı payları” konusunda karşılıklı uzlaşma ile yeni modele teşvik edilmelidir.
“TİCARETİN GENEL YAPISINI BOZMAYACAK MODELLE YENİ BİR KURGU TASARLANMALI”
Kısacası, yenilenebilir elektrik üretimi yatırımlarının devamı için, ticaretin genel yapısını bozmayacak bir model ile yeni bir kurgu tasarlanmalıdır. Aksi halde hiç kimseyi memnun etmeyecek bir yapıya doğru evrilmek çok kolay gözükmektedir. Herkesin kazançlı çıkacağı bir yapı hayali ile yola çıkıp, herkesin kaybettiği bir yapıya evrilmek elbette önlenmesi elzem konuların başında gelmektedir. Bu konuda ETKB ve EPDK bünyesindeki çalışmalar devam ediyor. Zaman içerisinde sektörün de görüşleri alınarak bir ilerleme olacağını tahmin ediyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu12 Kasım 202416:07 Adana’daki iki maden sahası için ihale düzenlenecek12 Kasım 202409:14 Zorunlu kış lastiği uygulamasında tarih belirlendi21 Kasım 202418:48 GENSED, Eskişehir’de “Güneş Enerjisi ve Enerji Depolama Semineri” düzenledi21 Kasım 202416:58 SEDAŞ, olumsuz hava koşullarına karşı alarmda21 Kasım 202416:57 Yapay zeka yatırımlarıyla artan elektrik maliyetleri teknoloji şirketlerini zorluyor21 Kasım 202413:18 Yenilenebilir enerjide 2030 hedefleri için yıllık 1000 gigavattan fazla kurulum gerekiyor21 Kasım 202413:17