Rehavet tuzağı

Türkiye, konumu ve kaynakları itibarıyla enerji stratejisi modeli geliştirirken; arzın ekonomik veya siyasi nedenlerle kesilmesi ve bu sebeple enerjisiz kalma kabulü üzerinden ilerledi. Bu sebeple 2000’li yıllarda geliştirilen model, özellikle elektrik üretimi konusunda ciddi olarak bir sıçramaya sebep oldu. Aynı zamanda gerek doğal gaz gerekse akaryakıt piyasaları da aynı şeklide yeniden tasarlanmış oldu. Ancak her […]

Rehavet tuzağı
Mustafa Karahan
  • Yayınlanma14 Kasım 2019 15:35

Türkiye, konumu ve kaynakları itibarıyla enerji stratejisi modeli geliştirirken; arzın ekonomik veya siyasi nedenlerle kesilmesi ve bu sebeple enerjisiz kalma kabulü üzerinden ilerledi.

Bu sebeple 2000’li yıllarda geliştirilen model, özellikle elektrik üretimi konusunda ciddi olarak bir sıçramaya sebep oldu. Aynı zamanda gerek doğal gaz gerekse akaryakıt piyasaları da aynı şeklide yeniden tasarlanmış oldu. Ancak her şeye rağmen bu “arz güvenliği” meselesi gündemin hep birinci maddesi olarak kaldı.

Oysa son yıllarda görüldüğü üzere, arz fazlası durumu da arzın açığı kadar olmasa da ciddi sorunlar oluşturma potansiyeline sahip.
Bu sebeple Türkiye gibi primer enerji kaynaklarına sahip olmayan ve jeo-politik olarak ciddi riskler taşıyan ülkeler her iki duruma da her an hazırlıklı olmak durumundadırlar. Her iki durumu da yaşadığı için bazı refleksleri mecburen geliştiren Türkiye piyasası bu tip refleksleri kalıcı süreçler haline getirebilmelidir.

Ham petrol konusundaki riskler, doğal gaz ve elektrik piyasasından oldukça farklı gibi görünse de benzer yönleri hiç yok denemez. Ama nispeten daha kolay yönetilmesinin arkasında yatan temel unsur, fiyatın dünya standartlarında arz ve talebe göre belirleniyor olması ve hemen hemen her üreticiden satın alma seçeneğinin bulunmasıdır. Ancak tabii ki, buradaki fiyat dalgalanmalarından ve doğal olarak kur risklerinden ayrı düşünülemez. Yine de her iki riskin de belli maliyetlerle “hedge edilebilme” olanağı vardır ve bu sebeple önemli bir model farkı ortaya çıkmaktadır.

Doğal gaz konusu ise biraz daha farklı. Ham petrolde de tabii ki boru hatları ile yapılan taşıma diğer navlun maliyetlerine göre avantajdır ancak doğal gazda bu avantajın marjı çok daha belirgindir. Zira doğal gazı boru hatları olmadan taşımanın hem maliyeti çok daha fazla hem de taşıyıcı araç sayısı limitlidir. Bu nedenle de komşularımızdaki kaynaklar doğal olarak ana tedarik kanalları haline gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında politik olarak risk taşıyan bölgedeki komşuluklara bu kadar bağımlı hale gelme riskini yönetmek fiyat ya da kur riski yönetmekten çok daha farklıdır. Bu nedenle farklı stratejik adımlarla alternatif kaynaklar ve depolama yatırımlarına yönelme akıllıca stratejidir.

Elektrik meselesi ise doğal gazdan da daha fazla kısıta sahip bir meseledir. Zira elektriği elde etmenin iki yolu, ya üretmek ya da nakil hatları ile ithal etmektir. Bu nedenle içeride yeterli üretim tesisinin kurulmuş olması, bunların yakıt temini konusunda sorun olmaması, gerektiğinde alternatiflerinin olması ve yine bunlara ek olarak komşu ülkelerden ithalat ve ihracat kapasitesinin yüksek olması önemlidir. Çok değil daha 10 sene öncesinde talebi tam karşılayamadığımız için elektrik kesintisi gezdirme diye bir kavram vardı.

Şimdi durum tam tersi… Yani talep artmadığı için arz fazlamız var gözüküyor. Serbestlik derecesi yüksek olduğundan petrol ve türevleri tarafında dönemsel fiyatlamalar dışında büyük sorunlar göze çarpmadı gibi. Oysa doğal gaz ve elektrik tarafında durum daha farklı… Elbette doğal gazdaki sorunun kaynağı Türkiye’nin geçmişten gelen kontratlı alım modeli.

Bunun değişmesi gerekliliği zaten olmazsa olmaz…

Ancak bu arz fazlası dönem, bazı adımları atmak için tam doğru zaman. Bu dönemde rehavet belirtisi görmek en kötü senaryo olur. Doğal gaz tarafında bu adımlar atılmaya devam ediyor. Kaynak çeşitliliği yolunda önemli altyapı eksikleri giderildi denebilir.
Ancak elektrikte, gerek verimlilik gerekse talep tarafı katılımı gibi en ucuz ve en verimli kaynak sağlama modelleri aynı önemde götürülmüyor. Mevcut halde ihtiyaç yoksa ertelemek ya da önemsizleştirmek gibi bir eğilim olabiliyor. Bu biraz -halen arz fazlası varken- Akkuyu Nükleer Santrali inşaatını durdurmaya benziyor. Bu olabilecek en yanlış bürokrasi refleksidir. Bu kapasitelerin ek olarak kazanılması ve gerektiğinde daha verimli kullanmaya yönelik çalışmalar yapılması gereklidir.

Halen kısıt bölgemizde pahalı üretip ucuza ihraç etmektense bu alternatifleri iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Hem tüm bölgelerimizde hem de tüm farklı durumlara yönelik doğru reflekslere sahip olabilmek için bu alternatiflerin çoğalması gerekiyor.

Bu arz fazlası dönemi de bunun yapılması için bulunmaz bir fırsat aralığıdır, değerlendirmek gerekir…