Yaklaşık olarak 15 yıl önce başlayan ve neredeyse sürekli artan bir ivme ile gelişen enerji sektörünün özellikle elektrik üretim tarafı aşağı yukarı 2016’dan bu yana bir duraklama içerisine girmiş görüntüsü veriyor. Bunu temel sebebi ise özellikle büyük termik yatırımların artık yapılamayacak olması ile ilgili olarak hakim görüş ve beklentiler… Oysa yenilenebilir tarafında durum biraz daha […]
Yaklaşık olarak 15 yıl önce başlayan ve neredeyse sürekli artan bir ivme ile gelişen enerji sektörünün özellikle elektrik üretim tarafı aşağı yukarı 2016’dan bu yana bir duraklama içerisine girmiş görüntüsü veriyor. Bunu temel sebebi ise özellikle büyük termik yatırımların artık yapılamayacak olması ile ilgili olarak hakim görüş ve beklentiler… Oysa yenilenebilir tarafında durum biraz daha farklı gelişiyor. Elbette koşullar yatırımcılar açısından eskisi kadar avantajlı değil ancak gözüken net bir görüntü şu ki, bu yatırımlar irili ufaklı devam ederken, piyasada kendi içerisinde bir konsolide olmaya başlayacak.
Gerek rüzgar ve gerekse güneş enerjisi santral yatırımlarındaki son rakamlara ve yatırım taleplerine bakınca bu trendi net olarak görmekteyiz. Diğer taraftan lisanssız olarak güneş enerjisinden elde edilen elektrik miktarında da trend net şekilde yukarıyı gösteriyor.
Kısacası, yeni termik kapasite devreye girmese de, hatta hidro kapasite artışı durma noktasına gelse dahi toplam kapasite artmaya devam edecek gibi gözüküyor. Bu denkleme inşaat aşamasında olan Nükleer santrali ve diğer bazı kömür santrallerini koymasak dahi mevcut ekonomik denge içerisinde halen finansal zorluk çeken tesislerin ayakta kalması olanak dışı gibi gözüküyor.
Özellikle doğal gaz santrallerinin başı çektiği bu kriz döneminin temelinde karsızlık problemi yatıyor. Ciddi talep artışları gelmeden ve aynı zamanda EÜAŞ’ın da duruma uygun fiyatlama politikasına geçmeden bu durumun düzelmesi kolay değil. Bu santrallerin gün içinde kısa süreli çalışmasını sağlayacak bir kapasite mekanizması veya esneklik ticareti kavramları gelişmezse maalesef ekonomik hayatlarını devam ettirmesi zor.
Ancak bir yatırım ya da ticaret mekanizması bu santrallerin varlıklarını ya da üretimlerini tamamen satın alır, üretim ve fiyatlamayı optimize edebilirse bu biraz mümkün olabilir. Ancak bunun altında yatan temel gereklilik de hem bu şirketlerin merkez ofislerinde ciddi İK tenzilatlarına gitmek ve PTF’nin belli oranda yükselmesine göz yummak olmalıdır. Başka türlü, talebin zayıf seyrettiği ortamlarda maalesef resim çok parlak değil. Diğer taraftan elbette kısıt bölgelerinde olmaları nedeniyle durumlarından çok şikayeti olmayan santraller de var. Bunlar şimdilik bu bahsedilen kötü senaryo denkleminin dışındalar…
Hali hazırda bu bahsedilen santrallerdeki hissedarlar zaten pratik anlamda öz kaynaklarını kaybetmiş vaziyette olduklarından durum dolayısı ile doğrudan bankaları ilgilendiriyor. Bu yüzden hem bankaların bilançolarının sağlığı açısından hem de bu santrallerin yurt içinde kalmasını sağlamak için bu duruma hızlı bir çözüm bulunmalıdır. Artık filmin sonu belli olmaya başladı bu nedenle zamanın daraldığı ortamda finansal sistemin de az zararla bu işten kurtulması için harekete geçmek gerekiyor. Bu amaçla Garanti Bankası’nın liderlik ettiği kavram olan “Enerji Girişim Fonu” modeli bir bankanın itirazı sebebi ile çıkmaza girmiş durumda ve bu aşamada artık “Ankara’nın” daha aktif devreye girmesinden başka seçenek kalmamış gibi gözüküyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu12 Kasım 202416:07 Adana’daki iki maden sahası için ihale düzenlenecek12 Kasım 202409:14 TESAB’ın düzenlediği IV. Enerjide Dijital Dönüşüm Panelleri başlıyor19 Kasım 202415:26 TP Petrol’ün kontrolünün Zeren Group Yatırım AŞ tarafından devralınmasına onay19 Kasım 202413:16 Şahbazov, Türkiye ile yeşil enerjide işbirliğini güçlendireceklerini söyledi19 Kasım 202413:15 Brent petrolün varil fiyatı 73,20 dolar19 Kasım 202411:50 İnci Akü, ‘Akümgelsin Garaj Aktiviteleri’ ile yolların enerjisini yeniliyor19 Kasım 202410:57