Environmental Progress-Çevresel İlerleme (EP) Başkanı Michael Shellenberger, ‘dünyanın iklim değişikliği ve yoksulluğa karşı tek gerçek umudu olan nükleer enerjinin şeytanlaştırılmasına son verilmesi’ gerektiğini belirtti. Nükleer enerji algısını “Külkedisi” masalına benzeten Shellenberger, nükleer enerjinin Sindrella gibi iftiraya uğrayan ve çantada keklik görülen bir değer olduğuna dikkat çekti. Geçtiğimiz günlerde Rusya’da gerçekleştirilen 11’inci Uluslararası Atomexpo Forumu’nda konuşan […]
Shellenberger, katılımcılara, nükleer enerjinin “annesi” olarak kabul edilen Nobel Ödüllü Marie Curie’nin “‘Hayatta hiçbir şeyden korkmaya gerek yok, yalnızca anlamak gerek. Şimdi daha fazla anlama ve daha az korkma zamanı” sözleriyle seslendi.
Shellenberger, nükleer enerjiyle yenilenebilir enerji arasındaki farkları şöyle anlattı: “Dünyanın en güneşli yerlerinden biri olan Kaliforniya’da, güneş enerjisinden aynı miktarda elektrik üretmek için nükleer enerjinin gerektirdiğinden 450 kat daha fazla alan gerekiyor. Güneş panelleri için neden uranyum için gerekli olandan 17 kat daha fazla malzeme, 17 kat daha fazla alan gerekiyor? Cevap, nükleer enerjiyi bir çevreci öyküsü haline getiren enerji yoğunluğu.”
Yoksulluk ve iklim değişikliği sorunları üzerine acilen eğilmek için, halkın inandığı nükleer enerji ve yenilenebilir enerji hakkındaki mitlere son vermesi gerektiğini belirten Shellenberger, bir milyar kişinin hala elektriğe ve iki milyardan fazla kişinin ise kullanım ve içme suyuna erişiminin bulunmadığını aktardı. “Refah ile enerji arasında mutlak bir ilişki var” diyen Shellenberger, “Dünyada enerjisini ağaç ve gübre yakarak elde eden zengin bir ülke ve yüksek enerjili bir yaşam tarzına sahip yoksul bir ülke yok. Daha fazla enerji tükettikçe, yoksulluk oranlarının aşırı düştüğünü görebilirsiniz” dedi.
Nükleerin çok düşük karbonlu enerji ürettiğine dikkat çeken Shellenberger şu ifadeleri kullandı:
“Uluslararası Panel’e göre, nükleer enerji aslında güneş çiftliklerinin emisyonlarının dörtte birini üretiyor. IPCC şöyle yazıyor: ‘Emisyonlarda derin düşüşlere ulaşmak, yenilenebilirler, nükleer ve karbon tutma ve depolama dâhil düşük sera gazı teknolojilerinin daha yoğun kullanımını gerektirecek. Bazı ülkelerin elektrikte karbona bağımlılığını karşılaştırdığımızda ortaya şu sonuçlar çıkıyor: Avustralya (%85), Belçika (%40), Fransa (%11), Almanya (%66), İsveç (%9), İsviçre (%14), Birleşik Krallık (%63) ve ABD (%66). Enerjilerinin büyük kısmını fosil dışı kaynaklardan elde eden Belçika, İsviçre, Fransa ve İsveç gibi ülkelerin ortak bir özelliği var; daha çok nükleer enerji kullanmaları. Herkes Almanya’yı iklim lideri olarak görüyor, oysa Almanya Fransa’nın sıfır emisyonlu kaynaklardan elde ettiği elektriğinin yarısından azını bu kaynaklardan elde ediyor. Aslında Almanya, Fransa’ya kıyasla, elektrik birimi başına on kat daha fazla karbon emisyonu üretiyor. Fransa, elektriği için Almanya’nın harcadığının yarısından biraz fazlasını harcıyor ve buna rağmen çok daha temiz.”
Nükleer enerjinin düşük karbonlu elektriği artırmanın açık ara en hızlı yolu olduğunu vurgulayan Shellenberger, iklim değişikliğiyle baş etmenin enerjiye daha fazla para harcamak anlamına geldiği ve cevabın yenilenebilir enerji teknolojisinin maliyetinin düşmesinden kaynaklanabileceğini ifade ederek şunları söyledi:
“Fransa, elektriği için Almanya’nın harcadığının yarısından biraz fazlasını harcıyor ve buna rağmen çok daha temiz. Güneş panellerinin ve rüzgar türbinlerinin 10 yıl öncesine kıyasla sırasıyla yüzde 75 ve yüzde 50 daha ucuz olmasına rağmen, Alman elektriğinin fiyatının artmaya devam ediyor. Alman ekonomist Leon Hirth’ün ürettiği veriler, güneş ve rüzgar ihtiyacınız olmadığında çok ve ihtiyacınız olduğunda az elektrik ürettiği için, ekonomik değerlerinin düştüğünü ortaya koyuyor. Rüzgarın elektriğinizin yüzde 30’una ulaştığında ekonomik değerinin yüzde 40’a ve güneş elektriğinizin yalnızca yüzde 15’ine ulaştığında değerinin yüzde 50 düştüğünü gördü. Bu güvenilmez elektriğin tümünü yönetmek için birçok şey yapmanız gerekiyor. Almanya komşularının kendisinden elektrik alması için onlara para ödemeye başladı, yani şebekelerini kapatmıyor ve biz Amerika’nın Almanya’sı olan California’da, Arizona’nın güneşten elde edilen fazla elektriğimizi alması için ona ödeme yapmalıyız. Nükleer enerji santrallerinin, iklim değişikliğine acilen cevap veremeyecek kadar uzun sürede kurulduğu yanlış bir inanç. Nükleer, düşük karbonlu elektriği artırmanın açık ara en hızlı yolu. Bilinen örnekler Fransa ve İsveç’te bunu görebilirsiniz ama bu, tüm dünya için geçerli. Tabii ki bir nükleer santrali kurmak 5, belki de 10 yıl alabilir ama devreye girdiğinde fosil yakıtlardan elde ettiğiniz elektriğin yüzde 5, yüzde 10, yüzde 15 ya da daha fazlasının yerine geçecek. Geçtiğimiz on yıl boyunca Almanya ile Fransa arasında “doğal bir deney” var. Geçtiğimiz yarım yüzyılda farklı düşük karbonlu elektrik formları arasında da bunun bulunduğunu söyleyebiliriz. Kapasite sırasıyla bunlar hidro, nükleer, rüzgar ve güneş enerjisi. Nükleerin güneş ve rüzgârın birlikte ürettiğinin iki katının biraz daha fazla ürettiğini gösteren kanıtlar var.
Almanya 580 milyar doları yenilenebilir yerine nükleere yatırsaydı, elektrik ve ulaşım için enerjisinin yüzde 100’ünü temiz, sıfır emisyonlu kaynaklardan elde ediyor olurdu. Enerjinin çoğunun, yaklaşık üçte birinin ulaşım için kullanıldığını düşünüldüğünde bu dikkate değer bir bulgu.”
“Biliyorum; iklim değişikliğiyle mücadele etmek için tüm temiz enerji kaynaklarımıza ihtiyacımız olduğunu söylemek çok popüler ama, Fransa durumun böyle olmayabileceğini akla getiren uyarı niteliğinde bir öykü sunuyor” diyen Shellenberger, şöyle devam etti: “Fransa, geçtiğimiz on yılda güneş, rüzgar ve ilgili altyapıya 33 milyar dolar harcadı ve elektriğinin karbon yoğunluğunun aslında arttığını gördü. Bunun sebebi nedir? Fransa, güneş ve rüzgârın tümünü şebekeye dâhil ederek, nükleer santrallerden elde ettiği nükleerin miktarını düşürdü ve doğal gazdan elde ettiği nükleerin miktarını artırdı. Dolayısıyla sonuç, elektriğin karbon yoğunluğunda bir artıştan ibaret değildi; Fransız elektriğinin maliyetinde de önemli bir artış oldu.”
Britanya medikal dergisi The Lancet’ta yayımlanan bugüne kadarki en iyi bilimsel araştırmanın nükleerin güvenilir elektrik üretiminin en emniyetli yolu olduğunu gösterdiğini vurgulayan Shellenberger, şöyle konuştu:
“Her yıl hava kirliliğinden ölen yedi milyon kişinin dört milyonu fosil yakıt yakmak ve kalan üç milyonsa ağaç ve gübre yakmak nedeniyle ölüyor. Columbia Üniversitesi, Yeryüzü Enstitüsü’nün İklim Bilimi, Farkındalık ve Çözümler Programını yöneten Amerikalı misafir profesör James Hansen’a göre, bu, nükleer enerji kullanımının şimdiye kadar neredeyse iki milyon hayatı kurtardığı anlamına geliyor. Fukuşima, Çernobil ve Three Mile Adası’ndaki kazalar nedeniyle nükleer enerjiden korkmanın bir dayanağı da bulunmuyor. Birleşmiş Milletler Atomik Radyasyonun Etkileri Komitesi, Fukuşima’dan kaçan radyasyon nedeniyle hiçbir ölümün gerçekleşmediğini ve 2 bin kişinin alanı panikle aşırı tahliyesi nedeniyle öldüğünü belirtti. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü’nün raporları, Çernobil kazasının 28 itfaiyecinin ölümüne ve 15 itfaiyecinin 25 yıl sonra tiroit kanserinden ölmesine neden olduğunu gösteriyor.”
“Çernobil’in doğuştan kusurlara neden olduğu ya da Fukuşima’nın mutant papatyalara neden olduğu iddiası doğru değil” diyen Shellenberger, ” İnsanlar insanlık tarihinin başlangıcından bu yana doğuştan kusurlarla doğuyor. Dünyada her zaman mutant papatyalar yetişti. Dolayısıyla çeşitli tuhaf şeyleri yanlış bir şekilde radyasyona atfediyoruz. Radyasyon bizi korkutuyorsa, bodrum katlarımıza çekilmeliyiz. Maruz kaldığımız radyasyonun büyük çoğunluğu doğal kaynaklardan, özellikle uranyumdan bozunmuş gaz olan radondan ve “kendimizi gönüllü olarak maruz bıraktığımız” hastanelerdeki radyolojiden olmasına rağmen, radyasyon korkusu hala sürüyor. Toprakta ve gıdada da radyasyon var ve kozmik radyasyon var.
Radyasyon gibi, nükleer atığın da bir sorun olarak simgelendiğine dikkat çeken Shellenberger şöyle konuştu: “Nükleer atığın yeşil ve sıvı olduğunu düşünüyordum çünkü tüm bilgilerim The ‘Simpsons’ adlı çizgi dizidendi. Ama artık katı ve metal olduğunu biliyoruz. Nükleer atık, enerji üretiminden doğan ve emniyetli biçimde depolanan tek atık. Bu hususta nükleer endüstrisine katılmıyorum. Neden onu gömmemiz gereksin ki? ABD’deki nükleer atıkların tümü ‘bir futbol sahasında 50 fit yüksekliğinde depolanabilir’.Bir çevreci olarak, bunu istememiz öğretildi. Okyanusta yüzen devasa plastik adalarımız var. Fosil yakıtların atık ürünleri ve atmosferde biyo yakıt yakılmasından ötürü her yıl yedi milyon kişi ölüyor ve hiçbir teröristin bile işine yaramayacak birkaç kutu atık konusunda endişeleniyoruz. Nükleer atıkların radyoaktivitesi düşüyor. Ancak ağır toksik metallerin toksitedesi hiçbir zaman düşmüyor ve enerji birimi başına güneş enerjisinden nükleer enerjiden 200-300 kat daha fazla atık var.”
“Nükleer endüstrisi kendini yalnızca teknoloji açısından sergileme hatasına düşüyor ve genellikle personel içermeyen nükleer tesislerinin fotoğraflarını yayımlıyor” şeklinde konuşan Shellenberger, Diablo Kanyonu Nükleer Santrali’nin bir fotoğrafını gösterirken Nükleer için Anneler’in eş kurucusu Heather Matteson’un ‘Görünen o ki, kumanda odaları insanlar olmadan çalışıyor’ dediğini aktardı. Nükleer santralin önünde okyanusa açılan bir kambur balinanın fotoğrafını gösteren Michael Shellenberger, “Diablo Kanyonu dünyanın en güzel nükleer tesisi. Tesis çevresindeki gelgit havuzları, Batı Kıyısı’ndaki en bozulmamış olanlardan. Nükleer enerjinin önemini sergileyen muhteşem bir kanıt. Nükleer enerjinin gerçek “annesi” olan Marie Curie, iki Nobel ödülü kazanan ilk kişi ve bir Nobel ödülü kazanan tek kadın. Sadece inanılmaz bir bilim insanı değil aynı zamanda harika bir insan olan Curie şöyle demişti: ‘Hayatta hiçbir şeyden korkmaya gerek yok, yalnızca anlamak gerek. Şimdi daha fazla anlama ve daha az korkma zamanı.’ Bunu gelecekte neredeyse yüz yıl sonra ne kadar sık hatırlamamız gerektiğini biliyor muydu acaba?”
Shellenberger, endüstrideki hiç kimsenin, nükleer enerjinin çevreye yararlarını göstermek için Rosatom’un belgesel dizisi Wild Edens ile yaptığından daha fazlasını yapmadığına da dikkat çekti. Atomexpo’da yaptığı konuşmada Rosatom’un şimdiye kadar bir milyarı aşkın kişinin izlediği belgeseller çektiğini vurgulayan Rosatom Genel Müdürü Alexey Likhachov, “Sesimizi nasıl duyuracağımız hepimiz için bir soru ve Rosatom bu çok önemli gündemde çok katmanlı çalışmalara yatırım yapmayı taahhüt ediyor” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu12 Kasım 202416:07 Adana’daki iki maden sahası için ihale düzenlenecek12 Kasım 202409:14 Avrupa’da gaz fiyatları yılın en yüksek seviyesini gördü12 Kasım 202416:11 OPEC’in petrol üretimi ekimde günlük 466 bin varil arttı12 Kasım 202415:09 SEDAŞ, Milli Ağaçlandırma Etkinliğinde 500 fidan dikimi gerçekleştirdi12 Kasım 202414:18 OYAK Çimento üçüncü çeyrekte %17 büyüdü12 Kasım 202414:15