Türkiye’nin sürekli sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle 24 Kasım’da bir Rus savaş uçağını düşürmesini takiben iki ülke arasında yaşanan siyasi gerilim, birbirini takip eden tansiyon yükseltici sert açıklamalar neticesinde tırmanarak devam ediyor. Futbolda “haticeye değil neticeye bak” diye bir tabir vardır. Yapılan sınır ihlalleri uluslararası hukuk ve askeri temayüllere göre bir tecavüz sayılır mı sayılmaz mı […]
Türkiye’nin sürekli sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle 24 Kasım’da bir Rus savaş uçağını düşürmesini takiben iki ülke arasında yaşanan siyasi gerilim, birbirini takip eden tansiyon yükseltici sert açıklamalar neticesinde tırmanarak devam ediyor.
Futbolda “haticeye değil neticeye bak” diye bir tabir vardır. Yapılan sınır ihlalleri uluslararası hukuk ve askeri temayüllere göre bir tecavüz sayılır mı sayılmaz mı konusu olayın hatice kısmında önemli bir yer teşkil ediyor. Eğer tecavüz olarak kabul edilirse 17 saniyenin veya herhangi bir sürenin hiç önemi yoktur çünkü tecavüzün azı çoğu olmaz! Sınır tecavüzünde bulunan yabancı bir savaş uçağı vurulur mu vurulmaz mı, vurulursa hangi şartlar altında vurulur konuları da olayın hatice kısmında kalıyor aslında. Netice şu ki, bir Rus savaş uçağını düşürdük ve düşürme olayı ölümle sonuçlandı. Soğuk savaş döneminde bile böyle bir durum olmamıştı.
Yeni Enerji Bakanımız kendisini kaynayan bir kazanın içinde buldu
Rusya derhal Türkiye’ye yönelik bir dizi kararlar aldı, sonrasında da kapsamlı bir yaptırımlar paketini açıkladı. Alınan kararlar ve yaptırımların arasında enerji konusunda dikkati çeken somut bir şey yoktu. Ancak, “Rusya doğalgazı keser mi, Türk Akımı ve Akkuyu Nükleer Santralleri ne olacak?” konuları medyanın gündeminden eksik kalmadı. Bu arada
Rus savaş uçağının düşürüldüğü gün Başbakanımız 64. hükümeti açıkladı. Yeni Enerji Bakanımız da kendisini birdenbire kaynayan bir kazanın içinde buldu.
Mersin Akkuyu nükleer santral projesi herhalde biraz daha ötelenecek
Kuzey Akım 2 projesinin hayata geçirilme olasılığı arttıkça Türk Akımı projesinin gerçekleşme olasılığı zaten ters orantılı olarak düşüyordu. Dolayısıyla Avrupa Birliği ile Rusya’nın boru hatları konusunda verdikleri mücadelenin sonucu bir bakıma Türk Akımı projesinin de akibetini belirlemekte rol oynayacak. Yap işlet modeli ile Ruslara verilen ve
Türkiye’nin ilk nükleer santrali olarak planlanan Mersin Akkuyu Nükleer Santral projesi herhalde biraz daha ötelenecek veya akibeti pek hayırlı olmayacak. Rusya’nın Karadeniz’de bir LNG tesisi kuracağı açıklaması konusu titizlikle takip edilmelidir. Blöf veya değil, bu konu ipleri çok daha gerebilir.
Üzerinde en fazla durulan konu Rusya’dan aldığımız doğal gaz
Türkiye ile Rusya arasındaki enerji ilişkilerinde karşılıklı bağımlılık söz konusu ise de kimin kime daha fazla bağımlı olduğu hararetle tartışılıyor. Türkiye’nin doğalgaz arzının yaklaşık yüzde 55’ini karşılayan Rusya’nın en büyük müşterilerinden biriyiz. Rusya, Türkiye’nin kömür ve petrol ithalatında da önemli bir yere sahipken Türkiye Rusya’nın kömür ve petrol ihracatında en ön sıralarda yer almıyor. Yani fiziksel miktar olarak baktığımızda Türkiye Rusya’ya daha bağımlı olsa da ticaretin parasal değerine baktığımızda aynı şeyi söyleyemeyiz. Diğer yandan, kısa vadede Rusya’dan aldığımız petrol ve kömür ihtiyacımızı alternatif kaynaklar ve güzergahlardan karşılayabilme olanağımız varken doğalgazda böyle bir olanağımız yok. Dolayısıyla, üzerinde halen en fazla durulan konu Rusya’dan aldığımız doğal gaz.
Cumhurbaşkanımız ‘gerekirse doğalgaz almayız’ derken, Başbakanımız, Rusya’nın doğalgazda bir kesintiye gitmesini düşünmediğini çünkü uluslararası hukuktan kaynaklanan karşılıklı taahütlerimiz olduğunu ama en kötü ihtimale de hazırlık olmamız gerektiğini ifade etti.
Günlük hayat akışını TV dizilerine kilitlemiş halkımızın kafası tüm bu gelişmeler üzerine allak bullak olur tabii ki. Bir tarafta felaket senaryoları, diğer tarafta ise kaygı duyulmaması gerektiği yönünde kanaatler ortalıkta dolaşmaya başladı. Tüm bu iyimser ve kötümser senaryolara eklenen jeopolitik boyut bazen en ön, bazen de geri saflarda yer aldı.
Kaygı duyulmaması gerektiği konusundaki söylemler genelde hükümetin alacağı tedbirler ve hayata geçirmeye hazırlandığı B ve C planlarından dolayı Rus gazına alternatif tedarik tedbirleri geliştirilmesi ki bundan Azerbeycan ve İran’dan ilave boru gazı alımı ile ek LNG alımı kast ediliyor. Doğalgaz depolama tesislerinin stratejik bir yatırım olarak ele alınacağı, tüketim kısmında ise doğal gaz santralleri ve sanayi tesislerinde ikinci yakıtla üretime geçmeye hazır olmaları, gerekirse barajların yedek rezervlerinin elektrik üretimine kanalize edileceği, orta vadede Marmara Ereğlisi LNG terminalinde 4. tank yatırımıyla 2019 sonunda günlük gaz gönderim kapasitesinde yüzde 30 artış sağlanacağı, Kuzey
Irak gazı ve Türkmen gazının ek kaynak sağlayacağı, Türkiye’nin enerji hub’ı olma nihai hedefini zedelemeyeceğini gibi kalemleri kapsıyor.
Kamuoyu bilgilendirmesinde daha atik davranılabilirdi
İki uç senaryo arasındaki uçurumun birçok nedeni var. Bunlara girmek istemiyorum. Ancak şunu belirtmeliyim ki 24 Kasım veya hemen akabinde Enerji Bakanlığı veya EPDK, Türkiye’nin temel enerji istatistikleri ve Rusya’nın enerji ticaretindeki yeri konusunda kamuoyunu aydınlatmak amacıyla 1-2 sayfalık bir bilgi notu yayınlamış olsaydı çok makbule geçerdi. Benzer şekilde özel sektör ve sektörü temsil eden kuruluşlarımız da böyle bir bilgi notu içeren basın bülteniyle kamuoyunu bilgilendirmede daha atik davranabilirdi.
Gaz konusunda örneğin EPDK’nın 62 sayfalık Doğal Gaz Piyasası 2014 Yılı Sektör Raporu’nun can alıcı noktaları 1-2 sayfada özetlenebilir ve kamuoyuna sunulabilirdi. 24 Kasım’dan bu yana Rus gazı ve Türkiye konusunda haber yapan, makale yazan, medyada görüş bildiren insanların sizce kaç tanesi EPDK’nın bahsettiğim raporunu veya ETBK Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün “Aylık Enerji İstatistik Raporu” dahil diğer periyodik raporlarını veya ETBK Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın “Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü” başlıklı raporlarını duymuş, biliyor ve okumuştur?
Nedense toplum olarak olaylara bir bütün olarak, daha makro açıdan ve uzun vadeli bir perspektifle bakmaktan biraz yoksun olmamız bir yana, tek gözle bakma alışkanlığımız var. Gündemdeki Rus gazı konusu bunun güzel bir örneği aslında.
Rusya’nın gazı kesmesi stratejik bir hata olur
Ne Türkiye Rusya’ya ‘doğal gazını almıyorum’ ne de Rusya ‘vanaları kapatırım’ diyebilir. Ortada kontratlar ve o kontratlardaki yükümlülükler ve müeyyideler var. Bırakın kontratları bir yana, son 10 yıldır güvenilir tedarikçi olma konusunda imajı haklı ya da haksız kötüleşen Rusya’nın Türkiye’ye gazı kesmesi stratejik bir hata olur. Yoksa bazı kişilerin iddia ettiği gibi Rusya ekonomisi için maliyetinin yüksek olmasından falan değil. Rusya’nın elindeki koz, eğer sert bir kış veya başka nedenlerden ötürü ilave gaza ihtiyaç duymamız halinde Rusya’nın bunu göndermeme serbestisidir.
Ukrayna ile bugünlerde tekrar kızışan doğal gaz konusunu Rusya kasten krize çevirirse, Ukrayna’nın daha önce yaptığı gibi Avrupa ve Türkiye’ye giden transit gazı kendi iç piyasasına sevk ederek kış aylarında bizi zora sokması veya Rusya’nın mücbir bir sebeple gaz akışını durdurma riski çok düşük de olsa yabana atılamaz. Sorun da burada zaten. 25 Kasım’da Gazprom, yeni ön ödeme yapılana kadar Ukrayna’ya doğalgaz tedariğini durdurduğunu açıklamıştı. Ukrayna’nın yeraltı depolarında Kasım sonunda yaklaşık 16 bcm gaz bulunuyordu. Diğer yandan, Polonya, Macaristan ve Slovakya ile son bir kaç yılda yaptığı boru hatları bağlantıları sebebiyle Ukrayna gaz ithalatında Rusya’ya artık eskiden olduğu gibi bağımlı değil. Rusya bugün Ukrayna’ya sattığı gazı kesse bile Ukrayna bunu depolarındaki gaz ve diğer komşularından alabileceği gazla rahat telafi edebilecek durumda. Bu yüzdendir ki Ukrayna 2016 başına kadar Rusya’dan gaz almayacak. Amma velakin, kış çok sert geçerse ve 27 Kasım’da Rusya’nın Ukrayna’ya kömür ihracını durdurması nedeniyle ortaya çıkabilecek kömür açığı gaza olan talebi artırırsa durum farklı bir şekil alabilir. Şimdilik Gazprom’a ‘sana ihtiyacım yok, ben Avrupa’dan gazımı alırım’ tavrını takınan Ukrayna’daki gelişmeleri bu nedenle dikkatli takip etmek gerekir.
Yeterli doğal gaz depolama kapasitesinin olmaması en zayıf noktalardan
Kontrat altına alınmış olan yeterince miktarda gaz temin hacmine ve bu miktarı taşımaya elverişli gaz ithalat altyapı kapasitesine sahip olunması, özellikle Türkiye gibi tüketimde mevsimsel değişikliklerin yüksek olduğu ülkelerde gaz tedarik güvenliğini garanti etmez. Bu açıdan bakıldığında, yeterli doğal gaz depolama kapasitesinin olmaması, Türkiye’nin doğal gaz sisteminin en zayıf noktalarından biridir. Tüm planlanan yer altı depolama projelerinin gerçekleştirilmesi halinde toplam doğal gaz depolama kapasitesi 12 bcm civarında olacaktır. Bununla birlikte, bu projeler bile tedarik güvenliği ile ilgili sorunları çözmeye yeterli değildir. Dolayısıyla herhangi bir arz kesintisi durumunda tüketimi 45 gün boyunca karşılayabilecek doğalgaz depolama tesislerine sahip olan Avrupa Birliği ile bu sürenin teorik olarak iki hafta olduğu ülkemizi karşılaştırmak da pek adil değil bence.
Gerek kaynak çeşitliliğinin sağlanmasında gerekse arz-talep dengesizlikleri ve pik talebin karşılanmasında kritik rol oynayan LNG’ye yüklenmemiz de serbest bir gaz piyasamız olmadığından bugünkü şartlarda pek makul değil maalesef.
İlave gaz getirmek de sanıldığı gibi kolay değil
Önümüzdeki haftalarda İran ve Azerbeycan’dan ilave gaz getirmek de sanıldığı gibi kolay değil. Yunanistan’a gaz ihracatını durdurmak kısa vadeli çareler sepetine dahil edilebilir ama miktar olarak dilteki kavuğu doldurmaz. Yunanistan ve Bulgaristan ile olan boru hatları bağlantılarımızdan ters akışla gaz getirmek de ayrı bir dert. Kuzey Irak Kürt Bölgesi, Doğu Akdeniz hatta Türkmenistan da potansiyel alternatif doğalgaz tedarikçileri arasında yer almasına karşın bunların hiçbiri bugün için yaramıza merhem olamaz çünki hepsi orta ve uzun vadeli projeler.
Yani, sistemin zaten zorlandığı kış aylarında Rus gazı akışında yaşanacak muhtemel bir kesinti veya azalmaya karşı elimizde bu makalenin başlığı olan tek bir çare kalıyor; çevir gazı, yanmasın! Yani, tüketicilerin fedakârlık yapması. Zaten bu süreçte Devlet yetkililerimiz Milletimizin gerekli fedakarlıkları göstermeye hazır bir millet olduğu şeklinde beyanatlar verdi.
Herkesin, bugün gelinen noktadan çıkarması gereken dersler var
Biraz özeleştiri yapalım istiyorum. Siyasetçisinden bürokratına, akademisyeninden özel sektöre, çevrecisinden sade vatandaşa kadar herkesin, bugün gelinen noktadan çıkarması gereken dersler olduğuna inanıyorum. Örneğin, uzun vadeli bir perspektife sahip iyi bir enerji plan, politika ve stratejisine sahip olup uygulamış olsaydık bugün bu kadar endişe etmezdik. Arama ve üretimden nihai kullanıcıya kadar her aşamayı kapsayan güvenilir, serbest, kendini geliştiren, teknoloji inovasyonu yapan ve ekonominin diğer sektörleriyle entegre bir sistemden bahsediyorum. Eğer böyle bir ulusal görüşümüz, duruşumuz ve tavrımız olsaydı, bugün tezek tartışmaları yaşanmazdı.
Enerji tüketim kültürümüzü değiştirerek enerjiyi etkin kullanma alışkanlığına sahip olma (yani enerji savurganlığının önüne geçerek, enerji tasarrufunu yaygınlaştırmak ve enerjiyi verimli kullanan teknolojilere yönelmek) yönünde önemli bir mesafe kaydetmiş olurduk.
Hangi alternatif kaynaklardan nasıl ithalatı artırabilirizi değil, ulusal üretimimizi nasıl daha yukarıya çıkarızı konuşurduk. Petrol ve doğal gaz kaynakları bakımından fakir bir ülkeyiz söylemini ağzımıza almaz, yeni bir bakış açısıyla karada ve denizde aranmadık yer bırakmazdık. Kükürt ve toz oranı yüksek, ayrıca çevreye zararlı diye kendi linyitimize tu kaka diyeceğimize, 193 üniversiteseye sahip bir ülke olarak yerli teknolojiyle geliştirilmiş temiz kömür santrallerinden ve linyit kaynaklarımızdan nasıl daha fazla yararlanırızı konuşurduk.
TPAO’nun Afganistan pazarına girmesinden ve TÜBİTAK’ın Uganda’ya teknoloji götürmesinden daha çok gururlanırdık. Yenilenebilir enerji kaynaklarımızı en doğru ve akılcı şekilde kullanmak bir yana teknoloji ihracatında pazar payımızı nasıl arttırırızı konuşurduk. Akkuyu nükleer santrali tehlikeye girer mi diye tartışacağımıza elektrik üretimininin bir kısmını çoktan nükleerden sağlardık.
Enerji diplomasisinde sürünün peşine takılan değil, sürüyü peşine takan bir rol oynardık. Enerji güvenliğini ulusal güvenlik meselesi olarak kabul eder, ona göre geleceğimizi şekillendirir, ithalata bağımlı kırılgan bir yapıya sahip olmazdık.
Herkesin görüşüne başvurup değerlendirerek nasıl daha serbest, şeffaf ve iyi bir enerji piyasası yaratabilirizi konuşurduk. Enerji taşıma, dağıtım ve iletim sistemimiz dahil daha bir çok konuda herhalde farklı bir yerde olurduk.
Demek istediğim şu ki, 60 yıldır enerji güvenliğini ulusal güvenlik meselesi olarak ele alan, uzun vadeli bir perspektife sahip (5-10 yıl değil, en az 20 yıl), iyi enerji plan, politika ve stratejileri geliştirip uygulayamadık (iyi derken bu terimlerin gerçek manada kullanılmalarını kast ediyorum). Yoksa bugün çok daha farklı bir konumda olurduk. Hal böyle olunca; çevir gazı, yanmasın!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu12 Kasım 202416:07 Adana’daki iki maden sahası için ihale düzenlenecek12 Kasım 202409:14 Enerji bakanları, bölgesel işbirliğinin önemini vurguladı22 Kasım 202418:18 Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Energy Forum’da konuştu22 Kasım 202417:54 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar, İstanbul Energy Forum’da konuştu22 Kasım 202416:49 Bakan Bayraktar, İEF kapsamında önemli temaslarda bulundu22 Kasım 202414:07 “65’ten fazla şehirdeki ağımızla büyümeye devam ediyoruz”22 Kasım 202413:57