2014 Kasım’ndan bu yana devam eden düşük petrol fiyatlarının sorumlusu olarak gösterilen OPEC üyesi ülkeler Kasım 2016’daki olağan toplantılarında üretimi Ekim 2016’daki seviyelerinde tutma konusunda karar aldı. En baştan gönüllü olarak başladıkları ancak son birkaç senedir pek de severek yapmadıkları “küresel sektör abiliği” vazifesinin bir getirisi olarak bu yük onlara bindirildi diyebiliriz. Suudi Arabistan’ın başını […]
2014 Kasım’ndan bu yana devam eden düşük petrol fiyatlarının sorumlusu olarak gösterilen OPEC üyesi ülkeler Kasım 2016’daki olağan toplantılarında üretimi Ekim 2016’daki seviyelerinde tutma konusunda karar aldı. En baştan gönüllü olarak başladıkları ancak son birkaç senedir pek de severek yapmadıkları “küresel sektör abiliği” vazifesinin bir getirisi olarak bu yük onlara bindirildi diyebiliriz. Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap Körfezi OPEC üyeleri gruplaşmasının başlattığı iddia edilen fiyat savaşında aynı grubun bu zor durumda bırakılması kaderin bir cilvesiydi.
Fiyat savaşı diye adlandırılan dönem aslında bir nevi kartların yeniden dağıtılması ve bazı üretici ülkelerin kendilerine rakip gördükleri diğer üreticileri piyasada daha az paya sahip konuma getirme çalışması gibi görünebilir. Bence durum daha farklı. Durum bazı üreticilerin başkasının pazar payını kapmaktan ziyade kendi pazar paylarının düşmesini engelleme çabası ve bu çaba sadece üretimi artırmak ile çözülebilecek kadar basit değil. Talebin küresel olarak düştüğü ve bir daha toparlanamadığı 2008 yılından beri alıcılar tarafından kontrol edilen petrol piyasasında fiyatın yüksek kalamayacağı zaten barizdi. 2009 başından 2011 ortasına kadar geçen dönemde yüksek seyreden petrol fiyatlarının sadece tüketicileri değil üreticileri de zor durumda bıraktığını o zaman çok kişi görememişti.
Suudi Arabistan bunu daha önce de yaptı.
Arap-İsrail Savaşı’ndan İran-Irak Savaşı’na kadar geçen zamanda sürekli yüksek seyreden petrol fiyatları sayesinde üretim seviyesini artıran Suudi Arabistan’ın, savaş sonrası üretimlerini hızlıca artıran İran ve Irak karşısında büyük bir kaygı duyması için bir neden yoktu o zamanlar. ABD ve Avrupa’da üretim çok daha maliyetli ve kısıtlı idi. Ayrıca Asya için de lokasyon avantajını sonuna kadar kullanabilmek için önünde engeli yoktu. 2001’de 11 Eylül olayları ile başlayıp Irak’ın işgaline kadar giden dönemde petrol kaynaklarının kontrolünü ABD’nin daha da fazla ele geçirmesi ile Suudi Arabistan için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. ABD, kendi üretimine ek olarak Irak üzerindeki politik ve askeri varlığı sayesinde Irak üretimi üzerinde de tam söz sahibi olunca Asya ve Avrupa pazarlarında Suudi Arabistan ile rekabet içine girmiş oldu.
Jeopolitiğin belki de tarihteki en etkin olduğu dönem olan 2001-2008 döneminde petrol fiyatlarının yüksek seyretmesi sayesinde kendi topraklarındaki shale kaynaklarını da piyasaya süren ABD, 2013-2015 yılları arasında 1980’lerdeki yüksek üretim değerlerini bile geride bırakacak üretim kapasitesi yakalayınca Suudi Arabistan panik düğmesine basma kararı aldı. Daha önce sürekli bir hamle yaparak fiyatları yönlendiren Suudiler, bu sefer tepkisiz kalarak hem ABD’yi hem de ABD ambargosunun kaldırılmasına hazırlık yapan İran’ı dizginlemeyi tercih etti.
Ancak ABD üretiminin düşük fiyat seviyelerinde bile artmaya devam etmesi ve fiyat krizi sırasında ABD üretiminin sadece %10 düşmesi bu stratejinin aslında Suudilere zarar vermeye başlayacağını anlamlara için yeterli oldu. ABD üretimi kendi yerel pazarında rakipsizken ve ABD petrol ihracat yasağının kalkması ile Atlantik piyasasında rakiplerine zorluk çıkarmaya başlamışken, Suudi Arabistan’ın fiziki olarak rakipleri ile çevrili bir ortamda bundan bu kadar karlı çıkamayacağını farketmesi piyasadaki sektör abisi gömleğini giyerek strateji değiştirmesi ile bizi bugünkü koşullara getirdi. Suriye ve Yemen’de istemeden Rusya ile ortak haline gelen Suudi Arabistan için İran’a üretim kısıtı koymadan kendi üretiminde kısıtlamaya gitmesi kaçınılmaz son olunca oyunu sadece petrol piyasasında tutmaktan vazgeçerek kendi içinde ve uluslararası politikada çok sert bir tavır takınmaya başladı.
Çin OPEC stratejisinin en karlı çıkanı oldu
Sözde OPEC fiyat stratejisinin, piyasaları bundan 5 yıl önceki haline kıyasla tanınmayacak hale sokmasına hep beraber şahit olmaktayız. Buna şahit olurken de bu stratejinin uyguluyacıları bu işin kaymağını yiyemezken, beklenmedik bazı ülkelerin bu işten çok karlı çıktığına şahit oluyoruz. Bu karlı çıkan grup içerisinde bence en karlısı kesinlikle Çin oldu.
Çin’in küresel bir aktör olmasının ardından askeri ve siyasi hamleler ile çevre bölgesinde ve Dünya’nın kritik noktalarında söz sahibi olması çok şaşırtıcı olmadı. Küresel güç olmanın mecburen getirdiği haliyle Çin de diğer küresel güçler gibi her an herşeye hazırlıklı olma yönündeki planları devreye sokmaya karar verdi. Bunun en önemli ayaklarından biri de stratejik ve ticari petrol rezerv kapasitesini artırmaktı. Ancak petrol fiyatlarının 2011-2014 dönemindeki seviyelerinde bunu yapmanın maliyeti Çin’in boyutlarını da düşününce oldukça büyük olacaktı. Petrol fiyatlarının çok yüksek seyrettiği dönemde Venezuela’ya fiziki ham petrol ile geri ödenmesi karşılığı toplamda 50 milyar ABD Doları borç veren Çin, fiyatların düşmesi ile daha en baştan kazananların içerisinde yer alacağını belli etmiş oldu. Fiyatların bir anda 1/3 seviyesine düşmesi ile Çin’e olan fiziki ham petrol borcu 3 katına çıkan Venezuela, zaten düşük seyreden fiyatlar, politik ve sosyal sorunlar ve ekonomik bunalım yüzünden tam bir çöküşe girmeye başladı. Her ne kadar şu an içinde bulunduğumuz zaman diliminde Venezuela ham petrol karşılığı kendisine borç veren Çin ve Rusya’ya yükümlülüklerini yerine getiremeyecek bir duruma gelmiş olsa da, geçen 2.5 yıllık sürede Çin, Venezuela petrolü sayesinde Angola başta olmak üzere piyasadan ucuza bulduğu hafif petrolü Venezuela petrolü ile karıştırarak Orta Doğulu üreticilerden çok daha uygun şartlarda ham petrol almak için istediği her kozu almış oldu.
Rusya da karlı çıkanlar grubunda
Bu avantajı özellikle OPEC üyelerinden uygun fiyatla ham petrol almak için kullanan Çin, Rusya’dan da aldığı ham petrolü hacimsel olarak artırmak için bir zemin bulmuş oldu. Aslında etrafta çok konuşulmasa da Suudi Arabistan ve İran petrolü ile Avrupa ve Asya pazarında en büyük rekabeti Rusya’nın Urals petrolü yaptığından Suudi Arabistan’ın piyasa payı savaşında Urals’ın darbe almasının istemeyen Rusya Çin ile beraber çalışma imkanlarını en sonuna kadar zorladı. İki kutuplu politik dünyanın ABD-Avrupa karşıtı kutbunda doğal olarak yer alan Rusya ve Çin, ABD’nin Pasifik Okyanusu, Ukrayna ve Suriye hamleleri bu iki ülkeyi daha yaklaştırınca Rusya petrolü için Çin pazarı şartları oluşmuş oldu.
Çin’in stratejik petrol rezervlerini neredeyse tamamen doldurmasında Rusya’nın payı büyükken, Kozmino Limanı’ndan ihraç ettiği ESPO ham petrolü de Çin bağımsız (asıl adıyla “teapot”) rafinerileri için de hafif, güvenilir ve taşıma maliyeti düşük bir kaynak oldu. Bu durumda OPEC stratejisinin diğer bir kazananı Rusya oldu demek çok da yanlış olmaz ki her şeyin başlangıcındaki hedef düşünülünce gayet trajikomik bir durum.
Rusya Karadeniz petrol ihracatı için Akdeniz dışı bir pazar bulmuşken, Kuzey Buz Denizi’ndeki üretim sorunları ve Dated Brent basket ham petrolleri olan Forties ve Ekofisk petrollerine Çin ve Güney Kore’den gelen fiziki talep ile sayesinde Kuzey Batı Avrupa rafinerileri için uygun bir kaynak haline geldi. Rusya’nın 2017’nin ilk 11 ayında Kuzey Batı Avrupa’ya ihraç ettiği petrolün 2016’nın tamamına oranla %13 artmış olması bu durumun bir sonucu.
Hindistan sessiz ve derinden geliyor
Bu arada gerçek anlamda küresel fiziki petrol talebi artışının iki kaynağından biri olan Çin bu durumdan fayda görmüşken diğer ülke olan Hindistan’ın da bundan fayda görmemesini beklemek makul olmaz. Hindistan’ın rafineri sektöründe yaşanan muazzam gelişmelerin ardından kendi artan iç tüketimine ek olarak ciddi bir işlenmiş petrol ürünü ihracatçısı konuma geleceğini muhtemelen bundan 20 yıl önce kimse beklemezdi. Ham petrol talebi ile bugün piyasaya yön veren konuma gelen Hindistan’daki pazar payı savaşı yine kimsenin beklemediği şekilde sonuçlandı. Fiyat savaşının başlatıcısı konumundaki Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Kuveyt Hindistan’daki paylarını 2016’ya göre kaybederken Irak, İran ve Rusya’nın paylarını artırmış olması çok manidar.
Hindistan örneğinde gözümüze çarpan ciddi başarılardan birisi de Umman ki OPEC üyesi olmayan yegane Arap Körfezi üreticisi olarak OPEC dışında olmanın kaymağını yemiş gibi görünüyor. 2016 toplam iharacatına kıyasla Hindistan’a yaptığı petrol ticaretini sekiz kat artıran Umman bu savaşın gizli galiplerinden benim kanaatime göre. Diğer bir gizli kazanan ise Birleşik Krallık. Asya’ya yaptığı Forties kargo satışları ile Dated Brent için ciddi bir fiziki talep oluşturan Birleşik Krallık, Dated Brent’in çok daha fazla düşmesini de engelleyerek bu işten karlı çıkanlar grubuna dahil oldu. Maliyet bakımından zor dönem yaşaması beklenen Birleşik Krallık ham petrol üretimine bu fizili talebin katkısı çok önemli oldu.
Bu kazananlar listesinde ABD’yi saymamak sanırım olmazdı. Her ne kadar üretim konusunda sorunlar yaşıyor gibi görünse de (burada uzunca saymayacağım. Nedenleri ayrıntıları ile okumak isteyenler Ağustos 2017’de yazdığım “ABD Shale Petrolünün Küresel Oyuncu Olma Rüyası” başlıklı yazıyı okuyabilirler) stoklarındaki çeşitliliği artırmak için düşük fiyatların getirisini güzel kullandı. Ayrıca kendi üretiminin fiyatlardan etkilenmediği ve düşük seviyelerde bile ani toparlanma yapabileceği algısını kullanarak Brent-WTI bandının açılmasına ve bu bant sayesinde ham petrol ihracatını artırma başarısını da göstermiş oldu. Contango zamanında stoklanmış yerel ABD petrolünün backwardationa geçtiğimiz bu dönemde Brent-WTI bandının da etkisi ile Atlantik doğusu rotalar için avantajlı hale gelmesi, bence ABD açısından önemli bir jeopolitik başarısı. Hele ki BAE’nin Katar ile yaşanan krizden sonra ABD’den kondensat ithalatı yapmış olması bence başarının da ötesinde bir mucize. Sanırım bundan beş yıl önce Orta Doğu’ya ABD petrol ve kondensat kargolarının gelebileceğini söylesek deli diye tımarhaneye koyarlardı.
Toparlamak gerekirse bu savaşın kazananı başlatan dışındaki herkes gibi duruyor. Tabi bizim alenen gördüğümüz durumların dışında yaşanan gizli anlaşmalar sayesinde bu savaşta söz sahibi değil gibi görünüp aslında dahil olanların kim olduğunu anlamak zor. Fakat anlaşılan Suudi Arabistan ve müttefikleri, stratejilerinin başarıya ulaşması için daha sert adımlar atmak durumunda kalacak. Son zamanlarda yaşanan gelişmeler de bu sert adımların aslında atılmaya başlandığının bence en büyük kanıtı. Mayıs 2017’deki yazımda “OPEC’in başarısız olduğunu söylemek gerçekçi olmaz” demiştim ancak o zaman da dikkat çektiğim haliyle yaz talebi beklendiği şekilde olmayınca başarı görüntüsüne gölge düşmüş oldu. Zaten İran’a karşı İsrail ile bile ortaklık yapmaya hazır Suudi Arabistan’ın psikolojisi kendi kendisine gölge düşürmek için yeterli oldu. Umarız kendi stratejisinin kaymağını başkalarının yediğini gördükçe daha da farklı bir ruh haline geçmezler. Bu yazıyı yazarken bir sonraki olağan OPEC toplantısına 2 gün var. Beklenti OPEC’in üretim kısıtlama kararını devam ettireceği yönünde. Ancak gidişat böyle olursa Mart 2018 sonrası için OPEC içi bir ortak tavır görmek çok daha zor olabilir.
Bekleyip, göreceğiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu12 Kasım 202416:07 Adana’daki iki maden sahası için ihale düzenlenecek12 Kasım 202409:14 Enerji bakanları, bölgesel işbirliğinin önemini vurguladı22 Kasım 202418:18 Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Energy Forum’da konuştu22 Kasım 202417:54 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar, İstanbul Energy Forum’da konuştu22 Kasım 202416:49 Bakan Bayraktar, İEF kapsamında önemli temaslarda bulundu22 Kasım 202414:07 “65’ten fazla şehirdeki ağımızla büyümeye devam ediyoruz”22 Kasım 202413:57