Atalay’dan İzmir’deki kaza ile ilgili üç öneri: ‘Koordinasyon, denetleme ve bakım’

İzmir’de yaşanan sel neticesinde 2 vatandaşın hayatına mal olan kazayla ilgili yargı süreci sürüyor. TEİAŞ eski Genel Müdürü ve Enerji Uzmanı Abdullah Atalay, Gündem Enerji programında Bülent Kaya’ya yaptığı açıklamada “Altyapı kuruluşları, elektrik idareleri, telekomünikasyon kurumları ve doğal gaz şirketlerinin bir uyum içerisinde altyapı çalışmalarını gerçekleştirmeleri gerekiyor” dedi.

Atalay’dan İzmir’deki kaza ile ilgili üç öneri: ‘Koordinasyon, denetleme ve bakım’
Petroturk.com
  • Yayınlanma21 Ağustos 2024 10:18
  • Güncelleme23 Ağustos 2024 12:59

Derleyen: Deniz Yaşayan

TEİAŞ eski Genel Müdürü ve Enerji Uzmanı Abdullah Atalay, İzmir’de yaşanan ve iki vatandaşın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan elektrik kazası, Türkiye’nin enerji sistemlerinin eş güdümü ve yenilenebilir enerji kaynaklarının potansiyellerine dair TRT Radyo 1 “Gündem Enerji” programında Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) Başkanı Danışmanı Bülent Kaya’nın sorularını yanıtladı.

İzmir’de yaşanan elim olay yargı sürecinde. “Kim sorumlu, kim hatalı?” soruları önemli elbette ama hiçbir sonuç, hiçbir ceza yitirilen iki canı geri getirmeyecek. Bundan sonra böylesi acı kayıplar yaşanmaması için ne yapmak gerekiyor, nelere dikkat etmek gerekiyor?

Öncelikle hepimizin yüreğini inciten bu acı ve müessir olayda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır dilerim. Gerçekten çok üzüldüğümüz bir hadise meydana geldi. Konu yargıya intikal etti. Bu konu özelinde çok şey söylemenin mevcut durumda doğru olmayacağını düşünüyorum ama genel anlamda bir şeyler söylemek gerekirse, özellikle elektrik ve altyapı yatırımları yapılırken senkronizasyon çok önemli. Bir tarafta belediyeler var, bir tarafta altyapı kuruluşları var. Altyapı kuruluşları, elektrik idareleri, telekomünikasyon kurumları ve doğal gaz şirketleri. Bunların bir uyum içerisinde altyapı çalışmalarını gerçekleştirmeleri gerekiyor. Özellikle belediyelerde oluşturulan altyapı koordinasyon birimlerince kazı çalışmalarından tutun da deplase çalışmalarına kadar koordine edilmesi sağlanmaya çalışılıyor. Ülkemizde şehirlerde kentsel dönüşümden tutun da yolların ve caddelerin çok hızlı bir şekilde değişmesi, şehir konseptinin hızlı bir şekilde değişmesi, 3-5 yıl önce yaptığınız bir çalışmanın 3-5 yıl sonra tekrar bir değişikliğe uğraması gibi aslında bizim yatırımlarımızı yaparken eş güdümlü, koordinasyonlu ve tamamen planlı, programlı bir şekilde hareket etmemizi gerektiriyor. Yani altyapı çalışmaları yapılırken bu senkronizasyonun ihlal ve ihmal edilmemesi gerekiyor.

“HER KURUM UYUM İÇİNDE ÇALIŞMALI”

Yani belediyeler de dağıtım şirketleri de uyum içerisinde çalışmalı?

Bir bütün olarak dağıtım şirketleri, altyapı kuruluşları… Sadece elektrik dağıtım şirketleri değil, çünkü aynı güzergahta telekomünikasyon kurumlarının hatları, doğal gaz hatları, elektrik hatları geçiyor. Ayrıca belediyelerin de şehirde altyapı çalışmaları söz konusu olabiliyor. Su patlamaları olabiliyor, kanalizasyon patlamaları olabiliyor, bütün bunlarla ilgili rehabilitasyon veya yenileme çalışmaları olabiliyor. Hem mevcut hatların korunması hem de yeni çalışmaların eş güdüm içerisinde yapılması önem arz ediyor. Şimdi genel uygulamalara baktığımızda Türkiye’de yatırımların senkronizasyonu konusunda belediyeler ve altyapı kuruluşları arasında bazen bir dağınıklık olduğunu görebiliyoruz. Eş zamanlı bir yatırım planlaması ve yatırım gerçekleştirmesinin aynı dönemde ve aynı planlama çerçevesinde yapılabildiğini ne yazık ki göremiyoruz. Bu bizim handikaplarımızdan bir tanesi ve artık bunu aşmamız gerekiyor. Elektrik altyapıları yapılırken sonuçta bir mevzuat var. Konuyla ilgili bir sürü teknik şartname var.

Dağıtım şirketleri bu konuya hassasiyetle yaklaşıyor ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) bu şirketleri, özellikle yaptıkları yatırım çalışmalarının başından sonuna kadar denetliyor. Bundan yola çıkarak eğer bir yatırım yapılıyorsa o yatırımın teknik şartnamelerinin uygun olarak yapılıp yapılmadığını gözlemek, denetlemek, takip etmek ve kontrol etmek rahatlıkla mümkün ve ben bunun da çok aktif bir şekilde yapıldığını düşünüyorum çünkü bunları kendimiz de birçok defa yaşadık ve biliyoruz. Diğer bir konu ise periyodik bakımlar. Eğer biz yapmış olduğumuz yatırımları, işletmeye aldığımız sistemleri denetlersek sistemimizi daha güvenli hale getiririz. Ben İzmir’de Bölge Müdürlüğü yaptım. Oradaki personelin çok kaliteli ve nitelikli olduğunu biliyorum. İş disiplininin çok yüksek olduğunu biliyorum. Özellikle Gediz Elektrik’te çalışan personellerin. Gerçekten talihsiz bir olay. Onların böyle bir durumu arzulayacaklarını hiç tahmin bile edemem. Muhakkak olay aydınlığa kavuşacaktır. Genelde bu tür olayların tekrar etmemesi için üç şey gerekiyor. İlk olarak eş güdümle hareket edeceğiz, koordinasyonla çalışacağız. Sonra teknik şartnamelerin uygulanıp uygulanmadığını denetleyeceğiz. Son olarak da periyodik bakımları aktif bir şekilde gerçekleştireceğiz.

“YAPILAN ZAM ÇOK BÜYÜK DEĞİL”

Elektrik fiyatlarında yaz aylarıyla birlikte yüzde 38’lik bir zam gördük. Uzun zamandır meskende abonelere bir fiyat artışı yansıtılmamıştı. Neden böyle bir artışa ihtiyaç duyuldu?

Elektrik fiyatları Türkiye’de enflasyonun altında bir artışa sahip. Bununla birlikte konutla ilgili elektrik tüketiminde çok ciddi bir sübvansiyon var. Yüksek bir oranda sübvansiyon var. Bu sübvansiyon çok sürdürülebilir bir sübvansiyon değil. Belli konularda, belli alanlarda bu sübvansiyonu azaltmanız gerekiyor. Konut, sanayi, ticarethane, tarımsal sulama tarifeleri arasında çapraz sübvansiyon var. Bu çapraz sübvansiyonda bir tarafı çok ciddi şekilde desteklerseniz ve diğer taraflarda yük oluşturmaya başlarsanız bu sefer çapraz sübvansiyonun da mantığı ortadan kaybolur. Bu zamda rasyonel bir yaklaşım var. Ben yapılan zammın çok büyük bir zam olduğunu düşünmüyorum çünkü konuttaki elektrik fiyatları düşük. Düşük miktardaki, düşük seviyedeki bir fiyata yüksek gözüken bir zam var ama buna rağmen tarife çok düşük kalıyor.

“KONUTLARA YÖNELİK SÜBVANSİYON EÜAŞ ÜZERİNDEN YAPILIYOR”

Devlet burada faturalarda bir destek veriyor ve faturanın belirli bir kısmını ödüyor değil mi?

Dağıtım şirketleri ve perakende şirketlerinin Elektrik Üretim Anonim Şirketi’nden (EÜAŞ) aldıkları enerjide ciddi bir regülasyon var. Yani EÜAŞ fiyatları normal piyasa fiyatlarının yaklaşık beşte biri hatta altıda biri kadar düşebiliyor. Burada temel amaç EÜAŞ fiyatları üzerinden belirli abone gruplarını finanse etmek. Bunun başında konut sektörü geliyor. Tabii bu anlamda konutlara yönelik sübvansiyonun özellikle EÜAŞ üzerinden yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

“ENERJİDE EN ÖNEMLİ PARAMETRE ARZ GÜVENLİĞİ”

Hep “Rüzgardan ve güneşten daha çok yararlanalım, faturalar da düşsün” deniliyor. “Neden daha fazla üretmiyoruz?”, “Bu sektörlere daha fazla devlet teşviki verilebilir mi?”, bunlar elektrik üretimi konusuna çok da hakim olmayanların kafalarındaki soru işaretleridir. Biz daha fazla yerli ve yenilenebilir kaynakla elektrik üreterek faturalarımızı aşağı çekemez miyiz?

Bu karbon emisyon hedeflerinin 2050 yılına geldiğinde sıfırlanması hedefine yönelik birkaç tane temel parametre ön plana çıkıyor. Bir tanesi sürdürülebilirlik, enerji için bunu söylüyoruz. Enerjide sürdürülebilirliğin temel meselesi sizin kendinizden sonraki jenerasyonlara çevreyi yaşanabilir bir şekilde tahrip etmeden fosil yakıtlarla kirletmeden teslim etmenizdir. İkinci parametre ucuz enerji. Yani hem yeşil enerji üreteceksiniz hem de enerjiyi ucuz bir şekilde temin edeceksiniz. Üçüncüsü verimli enerji kullanımı. Yani enerjiyi verimli bir şekilde eğer bu dönem içerisinde kullanmazsanız karbon emisyon hedeflerine ulaşmanız mümkün değil. Dördüncü ve en önemli parametre arz güvenliği. Arz güvenliğinin de dayandığı iki temel parametre var. Bir tanesi şebekelerin güvenliği. Şebekeler kesintili kaynakları tolere edebilecek, yönetebilecek esnekliğe sahip olmalı. İkincisi de sistemin kendi esnekliği. Üretim sistemlerinin esnekliği.

Bütün bunlar hepsi bir arada olduğunda, “biz güneşten ve rüzgardan maksimum elektrik üretelim” diyebiliriz ama bu zaman alacak. Ülkemizin normal enerji portföyüne baktığımızda şu anda yüzde 60’ı geçen yenilenebilir kaynak oranı var. Bu oldukça kıymetli bir değer ve hızla büyüyor. Özellikle güneşteki yatırımlar oldukça hızlı bir şekilde büyümekte. Güneş santrali kurulumu bu sene için 5 bin MW’ı geçmiş durumda ve yıl sonunda ben bunun 8 bin MW’ı geçeceğini düşünüyorum. Tabii bunların artışı beraberinde yeşilden enerji üretimi getirecek, ikincisi daha düşük maliyetli elektrik üretimine yol açacak. Konvansiyonel üretim kaynaklarında güç elektroniği bazlı kaynaklara geçişimizde sistemin ihtiyaç duyduğu esnekliği biz oluşturamazsak sistemimizin güvenliğini ihlal etmiş oluruz. Dolayısıyla burada sistem operatörleri, özellikle kesintili kaynakların sistem penetrasyonunda daha muhafazakar davranmak zorundalar çünkü şebeke güvenliği burada ön plana çıkıyor.

Bunlar çok programlı ve planlı, bütün ülkelerin aynı zamanda gündeminde olan hadiseler ve Türkiye de bu anlamda ciddi anlamda mesafeler kat ediyor. Şahsen yakın gelecekte rüzgar ve güneşteki payımızın çok daha ileri seviyelere geçeceğini düşünüyorum.

“ENERJİ BÜYÜMESİNDE SAĞLIKLI BİR TREND GÖRECEĞİZ”

Yatırım ortamı nasıl, özellikle güneşte? Yatırımcının motivasyonu nasıl? Türkiye’nin güneşten elektrik üretiminde yeni rekorlar görecek miyiz?

Kesinlikle göreceğiz. Şu anda toplam güneş + rüzgar için henüz devreye girmeyen 83 bin MW civarında kapasiteden bahsediliyor ki bu doğru. Bu kapasitenin 33 bin MW’ı rüzgar, 50 bin MW’ı güneş. Toplam 83 bin MW’ın ortalama yılda 5 bin ila 6 bin arasında gerçekleşmesini göz önüne aldığımızda bir kere Türkiye’nin enerji büyümesine ve enerji ihtiyacını karşılamaya yönelik sağlıklı bir trend ortaya koyacağını söyleyebiliriz. Buna yönelik teşvik mekanizmaları var. Ayrıca elektrik fiyatları geri dönüş süresi açısından son derece cazip ve yatırımcı için bir motivasyon oluşturuyor. Bununla birlikte dünyanın hiçbir yerinde olmayan ama Türkiye’de olan çok büyük ölçekli sanayicilere kendi ihtiyaçları için elektrik üretme imkanları getirildi. Bu ayrıca bir motivasyon oluşturdu. Bizim gördüğümüz ve gözlemlediğimiz hemen hemen bütün sanayiciler kendi elektriklerini üretme konusunda aşırı motiveler. İzinlerini, ÇED’lerini, çağrı mektuplarını, imarlarını gerçekleştirdikten sonra hızlı bir şekilde yatırıma başladıklarını görüyoruz.

“Yatırımcılar bürokrasiyle fazla zaman kaybediyor” şeklinde eleştiriler duyuyoruz. Yatırımlar gecikiyor mu? Yatırımcının önünde gerçekten engeller var mı? Bu engeller aşılması gereken engeller olduğu için mi varlar? Yatırımcıya önümüzdeki süreçte bürokrasiyi azaltacak müjdeler gelebilir mi?

Bunlar zaman zaman sanayiciler ve yatırımcılar, EPC’ler veya danışman firmalar tarafından gündeme getiriliyor. Evet klasik olarak tabii ki bürokrasinin belirli bir döngüsü var. Belirli bir dinamiği var ve sonuçta bürokrasi kendisinin bağlı olduğu mevzuatla iş ve işlemleri yapmak zorunda. Burada ben genel anlamda bürokratik süreçlerin engelleyici bir rol üstlendiğini söylersem haksızlık etmiş olurum ancak bireysel anlamda bazı bölgelerde ve yerlerde gereksiz dirençlerle karşılaşılabiliyor. Mesela bir kısım belediyeler güneş santrallerinin yapımından ekstra bir bedel talep ediyorlar. Ya da o yer marjinal tarım arazisiyse eğer, onun marjinal tarım arazisi raporunu almak bazen zaman alabiliyor ama bu her yerde aynı değil. Bunlar lokal olarak farklılık gösterebiliyor. Buradan yola çıkarak Enerji Bakanlığımız başta olmak üzere, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye’de yenilenebilir kaynakların hayata geçirilmesi konusunda azami bir hassasiyet var ve bu hassasiyet bence bürokraside de etkisini gösteriyor. Zaman zaman bazı sorunlar yaşansa da ben bunların daha rasyonel ve optimize kararlarla aşılacağını düşünüyorum.

GES, RES ve JES’lerle alakalı olarak o bölgelerdeki vatandaşlarımızın reaksiyonlarını haberlerde görüyoruz. Acaba sektör kendisini yeterince anlatamıyor mu? Yerli ve yenilenebilir enerjinin Türkiye’nin geleceği için ne anlama geldiğini sektör anlatabiliyor mu vatandaşlarımıza?

Tabii ki belirli dirençlerin yaşanması doğal. Bir köy düşünün, Hazine’ye ait bir arazisi var ve onu yatırımcı kiralamış veya satın almış, kendisi için oraya bir santral kuracak ama köylü için orası bir otlak alanı olmuş. Siz oraya gidip santral kurmaya başladığınızda ister istemez orada bir dirençle karşılaşırsınız ama bizim gördüğümüz durum şu, gidip gerçekten köylüyle iyi bir iletişim kurduğunuzda, vatandaşla iyi bir iletişim kurduğunuzda onları ikna edebiliyorsunuz ve bu yatırımlara başlayabiliyorsunuz. Gerçekten mağduriyete yol açan bazı durumlar hariç genel anlamda baktığımızda vatandaşımız bu yatırımlara karşı HES’lerdeki gibi çok direnç göstermiyor.

“DEPOLAMAYA YAKIN GELECEKTE İHTİYAÇ DUYACAĞIZ”

Biraz depolamalı yatırımları konuşalım. EPDK’ya müthiş bir yatırım talebi oldu. Bunun sahaya yansıması, sektörün depolamalı yatırımlara sahip çıkması, kamunun bu anlamda atacağı adımlarla alakalı. Siz depolamalı yatırımları Türkiye’nin ekonomik geleceği, enerji geleceği için nerede konumlandırıyorsunuz? Sizce bu alanda hangi adımların atılması gerekiyor?

Bu biraz da ülkenin enerji vizyonunu gösteren bir çalışma. Ben bu çalışmayı, kararları gerçekleştiren, hayata geçiren yetkilileri gerçekten tebrik ederim. Çok önemli kararlar. Türkiye’de depolamaya yakın gelecekte ihtiyaç duyacağız. Duyacağımız ihtiyacın bir kısım sebepleri var. Bir tanesi, eğer kesintili kaynaklar artarsa ki rüzgar ve güneş, bunlar günün belirli saatlerinde normal tüketim eğrisinin üzerinde bir üretim yapabiliyorlar. Sizin iki yolunuz var. Ya bunlardan ürettiğiniz enerjiyi tamamen kapatacaksınız, elektrik üretmeyecekseniz ya da bu kaynaklardan ürettiğiniz elektriği bu saatlerde depolayacaksınız ve başka saatlerde kullanacaksınız. Biz buna “zaman kaydırma” diyoruz. Yani kullanılan yöntemlerden birisi bu. İkincisi özellikle frekans ve gerilim regülasyonlarında yan hizmetler dediğimiz primer ve sekonder frekans kontrolünde bunları rezerv olarak kullanmamız daha az maliyetli ve daha faydalı sonuçlar doğurur. Üçüncüsü ise gündüz yenilenebilir kaynaklardan ürettiğimiz fazla elektriği depolarsak hem ithal kaynakların kullanım oranını düşürmüş olacağız hem de cari açığımızı düşüreceğiz. Bu anlamda depolama entegrasyonunun, rüzgar ve güneş yatırımlarının hayata geçirilmesi oldukça önemli. Bu ne kadar sürede hayata geçirilecek? Sistemin bunlara gerçek manada nasıl bir ihtiyacı var ve bu ihtiyaç nasıl yönetilecek, bunlar tamamen ilgili ve yetkili arkadaşların verecekleri kararlarla belli olacak. Onu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

“NET SIFIR HEDEFİNE RAHATLIKLA ULAŞACAĞIZ”

Yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmak net-sıfır hedefi için de çok büyük önem taşıyor. Biz bu hedefin neresindeyiz? Bu hedef Türkiye’nin enerji vizyonunu nasıl etkiliyor? Sizce bu hedef kısa vadede gerçekleştirilebilir bir hedef mi?

Kesinlikle gerçekleştirilebilir bir hedef. Bu hedefi birkaç enstrümanla birleştirmek gerekiyor. Bir tanesi depolama. Yani bizim deniz üstü dahil çok ciddi bir rüzgar potansiyelimiz var. Güneş potansiyelimiz sonsuz. Biz sadece güneşten bile kendi elektriğimizi üretmeye çalışırsak belki yüz yıl boyunca ihtiyacımızı çok rahat bir şekilde karşılayabileceğimiz bir altyapıya sahip olabiliriz fakat bu, sistem açısından güvenli mi, değil mi? Tabii ki güvenli değil. Çünkü gün ışığında güneş santrallerinden elektrik üretmeye başlarsınız ve gün batımında artık elektrik üretemezsiniz. İşte burada depolamayı devreye sokuyorsunuz. Depolama bu sistemlerde gerekli olacak. İkincisi, bizim esnek yönetim sistemleri dediğimiz hem rüzgar santrallerinin bulunduğu şebekede hem güneş santrallerinin bulunduğu şebekede rüzgar ve güneş santrallerine entegre edilecek bir kısım teknik çözümlerle (yeni geliştirilen süper kapasitörler, DC link kapasitörler, sanal, senkron jeneratörler vs.) şebekeyi daha sağlıklı bir şekilde ve çok daha fazla yenilenebilir entegrasyonu sağlayacak bir altyapıya kavuşturabiliriz. Bizim geçmişteki şebekelerimiz daha çok tüketim bazlı planlanmış, yani yıllık diyelim ki yüzde 4 tüketim artışı var. Bu 10 yıl içerisinde yüzde 40 veya yüzde 50 kadar olacak. Bu konsept tamamen değişmeye başladı. Muhafazakar konsept kesintili kaynakların entegre edileceği bir konsepte dönüştü. Ne yapılacak bu konseptte: Mevcut konvansiyonel santraller yavaş yavaş sistemden çıkmaya başlayacak. Yani kömür santralleri, doğal gaz santralleri gibi santraller çünkü bunlar karbondioksit salıyor. Bunları siz yavaş yavaş sistemden (oranları düşürerek) çıkaracaksınız, bunun yerine güneş ve rüzgar santrallerini ikame edeceksiniz. İlk olarak Türkiye’nin sahip olduğu potansiyel öne çıkıyor. İkincisi ise yatırımcının yatırım yapma motivasyonu var. Üçüncü olarak hükümetin ciddi manada teşvik ve destek verdiğini görüyoruz ve son olarak enerji vizyonu çok önemli bir unsur. Türkiye bütün bunların hepsini gerçekleştirecek potansiyelde. Ben Türkiye’nin 2050 yılına gelindiğinde karbon emisyon hedefini rahatlıkla sıfıra indireceğini düşünüyorum.