Trump yaptırımlarının perde önüne tepeden bir bakış

ABD Başkanı Trump’ın, Mart ayında ABD’nin çelik ve alüminyum ithalatına sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük tarifesi koyma kararından beri dünya ekonomi gündemi ticaret savaşlarından bahseder hale geldi.

Trump, 8 Mayıs’ta ABD’yi İran nükleer anlaşmasından çekeceğini duyurdu. Gerçi, 9 Mayıs tarihinde Türkiye’deki gazetelerin birinci sayfalarında ya bir kaç cümleyle küçücük bir alanda değinilmiş ya da hiç yer verilmemiş olsa da bu haber global gündeme bomba gibi düştü.

Trump’ın her iki bombasının bizim basınımızda birinci sayfaya uygun bir haber olarak görülmemesi bana Ömer Hayyam’ın bir sözünü hatırlattı: Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar; Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar.

Gerçi dünya basınında adamın yaptığı her şeyin neden şok etkisi yarattığını tam olarak anlayabilmiş değilim. Dünya kamuoyu herhalde seçim öncesi bol kepçeden atılan vaatlerin yerine getirilmemesine öyle alışkın ki söylenen şeyin yapılması tuhaf geliyor. Trump, Amerika önce gelecek dedi mi? Dedi. Ekonomiyi güçlendirmek, istihdamı arttırmak için her şeyi yapacağız dedi mi? Dedi. İran nükleer anlaşmasını ve Paris iklim anlaşmasını yırtıp atacağız dedi mi? Dedi. Müttefiklerimiz bizim borumuzu öttürecek dedi mi? Belki doğrudan demedi ama ima etti. O halde, borusunu öttürmek istemeyenlerin ekonomilerini vurmasına neden şaşırılıyor ki?

Trump’ın getirdiği bu yaptırımları (gümrük tarifesini de bir nevi yaptırım olarak değerlendiriyorum) bu ayki yazımda işlemek istedim. Ancak tek bir makalede toparlayamayacağımı fark edince yazıyı üçe bölmeye karar verdim. Yani, üçü bir arada gibi bir şey oldu. Okumakta olduğunuz birinci makalede ana hatlarıyla Trump yaptırımlarının hangi amaçlara hizmet ettirilmek istendiği üzerine bir beyin jimnastiği yapacağım. İkinci makalede Trump’ın çelik ve alüminyum tarifeleriyle tetiklenen ticaret savaşlarının Avrupa Birliği ve Çin ayağına değineceğim. Üçüncü makalede ise İran yaptırımlarına göz gezdireceğim.

Trump’ın çelik ve alüminyum tarifeleri için iki gerekçe sunuldu: Birincisi, ulusal güvenlik için hayati önemde olmaları. İkincisi, artan ithalat yerli üreticileri tehdit ettiğinden bu sektörleri korumak ve yerli üretimi arttırmak. Gerçi, artan çelik ve alüminyum ithalatının neden ulusal güvenliğe bir tehdit olduğu konusunda söylenenler pek inandırıcı gelmiyor çünkü Amerika’da savunma ve çoğu devlet altyapı yatırımlarında zaten kanunen yurt içinde üretilen çeliğin kullanılması gerekli. Diğer yandan, üretimi arttırana kadar tüketiciler fiyat artışına maruz kalacaklar. Ama yine de he deyip geçelim şimdilik.

Trump, İran nükleer anlaşmasından çekilirken açık bir kapı bıraktı: Benim şartlarımı içeren yeni bir anlaşma yapmaya razı olmazsanız size tarihteki en sert yaptırımları uygularım. İran yaptırımlarının petrol ve gaz sektörlerine etkilerinden herkes bahsediyor ama İran iç politikasında yaratacakları etkiler  çok daha fazla  merak ediliyor. Yaptırımlar acaba Amerika’nın ipiyle kuyuya inilmeyeceği için Amerika ile nükleer müzakere masasına oturmak bir hataydı savını savunan grupların elini güçlendirerek iç siyasi arenada bir kargaşaya yol açacak mı? Ya bir türlü reforme edilmediği için acil servis önünde bekleyen hasta gibi olan İran bankacılık sektörünün akıbeti ne olacak? Yaptırımlar sonrası ekonomi çatırdayacak mı? İran’da uygulanmaya başlayan döviz kontrolü bunun bir işareti mi?

Yoksa Trump yaptırımları başka şeylerin mi habercisi?

Dünyanın dizginlerini ele alma mücadelesi

Dünya nereye doğru gidiyor bilmiyoruz ama görünen o ki dizginleri tutmak için üç el mücadele ediyor: ABD, Çin ve Rusya. Trump yaptırımları çok boyutlu dünya jeopolitiğinin küçücük bir parçası sadece.

İsrail’in teşvikini ve Körfez’deki bazı Arap ülkelerinin desteğini alan ABD’yi, nükleer bir tehdit olduğu gerekçesiyle İran’a tekrar yaptırım uygulamaya yönelten birçok neden var. Bu nedenleri irdelerken ABD’nin Orta Doğu’daki planlarını, bölgesel ve global aktörlerin hem bölgede hem de daha global ölçekte birbirleriyle olan ilişkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Orta Doğu, büyük güçlerin yüzyıllardır farklı emellerle mücadele verdiği bir yer. Trump yaptırımları belki ABD’nin Orta Doğu’daki emellerine erişmesi için Avrupa Birliği’ni itaate zorlamada kullanılan araçlardan biridir. Nasıl zorlayacak? Madem öyle gel böyle politikasıyla.

Trump, Paris İklim Anlaşmasından ABD’yi çekeceğini söylediğinden beri her yaptığının Avrupa Birliği tarafından mırın kırınla karşılanmasına gıcık oluyordu. Dolayısıyla, çelik ve alüminyum tarifeleri ardından İran yaptırımlarıyla da AB ekonomisini hedef alıp AB’yi boyun eğmeye zorlaması pek tuhaf olmasa gerek. Öyle ya, Avrupalı şirketler bugün eskiye nazaran ABD ile daha içli dışlılar ve dış ticaretin gayri safi milli hasıla içindeki payı AB ülkelerinde ABD’ninkinden daha fazla. Yoksa bana mı öyle geliyor?

Bir bilge hekimin dediği gibi, hasta çok bağırıyorsa doğru yere dokunmuşsunuz demektir. Bu bilge hekim her kimse nasihatları Trump’ın kulağına kadar gitmiş olmalı. Çare arayışları içinde olan AB ise, dış aktörlerle yoğun bir diploması trafiği yaparak Trump yaptırımlarından ekonomisinin ve Avrupalı şirketlerin etkilenmemesi ya da en az etkilenmesi derdinde.

Trump, AB’yi  Paris İklim Anlaşması, tarifeler ve İran konusu haricinde karşı olduğu Kuzey Akım-2 boru hattı projesi için de sıkıştırıyor. Hatta orada da yaptırım silahına elini atacağını söylüyor. ABD’nin Yamal boru hattı hayata geçirilemesin diye yaptıklarını bir hatırlayalım. 1980’li yılların başlarında batı Sibirya’daki gaz sahalarını Avrupa’daki gaz dağıtım hatlarına bağlayacak Yamal boru hattı projesini engellemek için Ronald Reagan Amerikan şirketlerinin projede yer almasını engelleyecek yaptırımlar uygulamıştı. Ancak Avrupa Birliği’nin ağır topları kendi ülkelerindeki şirketlerinin arkalarında durdu. Avrupa’nın inatçı tavrını gören ABD sorunu diplomatik yolla çözme yoluna gitti. Nihayetinde iş tatlıya bağlandı ve boru hattı yapıldı. Kendi içinde bölünmüş olan bir AB şimdi ne yapacak dersiniz?

Trump, politik kazanımlar elde etmeden yaptırımlar konusunda etrafa istisna dağıtmayacağına göre şu sorunun cevabını aramalıyız: AB, Amerikan baskıları altında potansiyel ekonomik zararını sineye çekerek baş kaldırmaya devam mı edecek yoksa yelkenleri suya mı indirecek? Ahiret sorusu gibi oldu değil mi?

Atlantik ittifakı çatırdarken Asya’da ittifaklar artıyor mu?

Ukrayna krizinden sonra Rusya’ya uygulanan yatırımlar beklenen etkiyi göstermese de Rusya yüzünü batıdan doğuya dönüp Asya ve Orta Doğu pazarlarına yöneldi. Şimdi de İran hem ekonomi hem de politik olarak Rusya-Çin ikilisinin yörüngesi içine doğru kayıyor. Pekiyi, Avrupalı şirketlerin İran pazarından çıkmasıyla doğacak boşluğun Rus ve Çinli şirketler tarafından doldurulmasına İran ne kadar sıcak bakacak dersiniz? Bu ikilinin İran ekonomisindeki ağırlığının artmasıyla iç ve dış politikada izlediği tavırlardan taviz vermek zorunda kalmayacak mı? Alternatif bırakıldı mı?

Dolayısıyla, Rusya ve Çin gerçekte ne istiyor acaba diye düşünmemek elde değil. İran doğal gaz sektörünün sekteye uğraması Rusya’nın işine gelmez mi? Yemen ve Suriye sorunları çözülürse Rusya’nın Suudi Arabistan ile bu kadar sıkı fıkı olmasına gerek kalır mı? Petrol fiyatlarında risk premium faktörünün artması işine yaramaz mı? Rusya’nın önderliğinde kurulan Avrasya Ekonomi Birliği, İran ile ticarette tarifelerin indirilmesi ve serbest ticaret bölgesi kurulması yolundaki müzakereleri spor olsun diye mi devam ediyor? Ya Şanghay İşbirliği Örgütü? Ya Çin’in politika bir yana İran ve Orta Doğu’daki emelleri?

Batı bloğu gevşerken Doğu bloğu neden güç kazanıyor dersiniz? Yoksa bana mı öyle geliyor? Haziran ayı başında dünyanın iki yakasında gerçekleştirilen iki zirvenin birinde somurtu diğerinde gülümsemenin hakim olduğu gözünüzden kaçmamıştır herhalde.

Trump, 8-9 Haziran’da Kanada’da gerçekleştirilen ve fiyaskoyla sonuçlanan G-7 zirvesinde ticaret savaşları yaygaralarına karşı yeni bir teklif getirdi: tarife, sübvansiyon ve bariyer olmayan bir ticaret. Öteki liderler ise tarifeleri ve sübvansiyonları azaltabiliriz dedi. Pek dikkat çekmedi ama bence Trump, İklim Anlaşmasını destekleyenlere bir sonraki sürprizinin anahtar kelimesini verdi: sübvansiyonlar! G-7 zirvesi bana güzel bir sözü hatırlattı: İnsanlarla yüz yüze konuşarak her şeyi halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin.

9-10 Haziran’da Çin’de gerçekleştirilen Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinde ise  (İran Cumhurbaşkanı da katıldı) bırakın fiyaskoyu ticaret prosedürlerini basitleştirmeliyiz diye ortak bildirge çıktı. Bu zirve ise bana Deng Xiaoping’e atfedilen bir sözü hatırlattı:  Fareyi yakalama görevini aksatmadıkça bir kedinin beyaz mı siyah mı olduğunun önemi yoktur. Benzer söylemler Amerikalılar ve Ruslar tarafından da dile getirilmişti geçmişte.

Karşımızda Çin seddinin arkasına kapanmış bir ülke yok artık. Global çaptaki üç büyükten biri var.

“I love you” ve “Made in China”

Nerede okuduğumu hatırlamadığım bir yazı şu iddiada bulunuyordu: yeryüzünde yaşayan insanların çoğu “I love you” ile “Made in China” nedir biliyor.

Askeri, ekonomi, sanayi, finans, teknoloji ve enerji alanlarında bir dünya lideri olarak görülen ABD’yi yakalamak için özellikle teknoloji konusunda çok daha hızlı yol kat etme gereğinin bilincinde olan Çin’in dev projelerini duymayan kalmamıştır. Ya Çin’in “Made in China 2025” politikası?

“Made in China 2025” politikası, Çin’in 10 yüksek teknoloji sektöründe (ki bunlara yarı iletkenler, bilişim teknolojisi, telekomünikasyon, biyoteknoloji, hatta robotlar, yapay zeka da dahil) global lider veya hissedilir büyüklükte bir pazar payına sahip olmasını hedefliyor. Böylece dış teknolojiye bağımlılığın da azalmasını amaçlıyor. Çin teknolojisinin Bir Kuşak Bir Yol projesinde yayıldığını bir düşünün hele. ABD, Çin’in teknolojik üstünlük kazanmasına seyirci mi kalacak sizce?

Diğer yandan, finans piyasaları konusunda da ABD ile arasındaki açığı kapamak için formüller arayan Çin, uluslararası ticarette (petrol piyasaları dahil) kendi para birimini yaygınlaştırmanın peşinde değil mi? Ekonomik güç bakımından ABD’ye yetişmedi mi? Çin’in Amerikan doları ve faiz oranları üstündeki etkisini göz önüne almanızda fayda var. İlk uçak gemisini hizmete alarak artık denizlerde de rekabete katılacağını göstermedi mi? Devamını siz getirin.

Kulağa komplo teorisi gibi gelse de, ortada global güçlerin sadece ticaret ve ekonomi savaşı değil, aynı zamanda bir teknoloji mücadelesi var. Bir Kızılderili Atasözü şöyle der: Sular yükselince balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir.

Yani teknoloji odaklı güçlü bir strateji dizayn edip uygulayan, dünyanın dizginlerini de ele geçiremez mi? Bu gözle bakıldığında Trump yaptırımları güçlülere karşı güç toplama mücadelesinde kullanılan araçlardan biri olamaz mı?

Trump’ın tarife silahını çekmesiyle başlayan savaş

Amerikan Başkanı Trump’ın Mart ayı başında açıkladığı çelik ve alüminyum ithalatına sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük tarifesi koyma kararı 1 Haziran itibariyle uygulamaya konuldu.

Trump’ın tarife uygulamasına kızan en önemli tedarikçilerinden Kanada ve Meksika karşı atağa geçerek ABD’den ithal ettikleri çelik, alüminyum ve bir çok tarım ürününe yüzde 15 ile yüzde 25 arasında ek tarife getirdi. Trump’ın tarifeleri Ruslara da dokunuyor. Özellikle, dünyanın en büyük alüminyum şirketlerinden birisi olan ve ABD’nin Rusya yaptırımları yüzünden zaten yara alan Rus şirketi Rosal’a.

Avrupa Birliği (AB) de Trump’ın tarife kararıyla ayağa kalktı. “Bu tarifeler dünya ticaretine bir lekedir, kesinlikle kabul edilemez, bize istisna yapılmalı yoksa ABD’den ithal ettiğimiz ürünlere tarife koyarak cevap veririz ve olayı Dünya Ticaret Örgütüne götürürüz” dendi. Bu arada, AB’nin Amerika’ya yaptığı 7.2 milyar dolarlık çelik ve alüminyum ihracatını etkileyen tarifeye karşı Amerika’dan ithal edilen ve aynı miktara eşdeğer olacak hangi ürünlere ek ithalat vergisi uygulayabiliriz diye uzunca bir liste hazırlandı.

AB Komisyonu, 6 Haziran’da kamuoyuyla paylaştığı bu listeyi Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosunun görüşüne sundu. Her iki kanal tarafından onaylandıktan sonra Amerika’dan ithal edilen bu ürünlere uygulanacak ek tarifelerin Temmuz ayından itibaren uygulamaya konulacağı duyuruldu. Oyunu kuralına göre oynamak için durum 19 Mayıs’ta Dünya Ticaret Örgütüne de bildirildi. Söz konusu liste iki aşama altında düzenlenmiş. İlki, toplamı 3.2 milyar dolar civarında tutan ve Temmuz ayında yürürlüğe girmesi amaçlanan ürünler, ikincisi ise kalan miktarı oluşturan ve daha sonraki bir tarihte uygulamaya koyulacak ürünler. Listede sigaradan portakal suyuna kadar aklınıza gelebilecek nerdeyse her şey var.

Fakat masum şapkası takan AB, Amerikan tarifelerinin nedeninin aslında Çin yüzünden olduğunu, asıl cezalandırılması gerekenin de Çin olduğunu adeta haykırıyor. Çin’in arz kapasitesini kontrol altına almasını, yani üretimini azaltması gerektiğini de ekliyor.

Çin, dünyanın en büyük çelik üreticisidir. 2017 yılındaki üretimi 800 milyon ton (Mt) idi. Dünyanın dördüncü çelik üreticisi olan ABD’nin üretimi ise 80 Mt civarındaydı. Yani bir sıfırı eksik. En büyük ikinci üretici Japonya (105 Mt), üçüncü üretici ise Hindistan (96 Mt). Nisan ayında 148 milyon ton olan Dünya çelik üretiminin yaklaşık yüzde 52’si Çin’de gerçekleşti. Şirket bazında bakıldığında ise dünyanın en büyük çelik üreticisi olan 12 şirketin 5’i Çin devletine ait. Dünya alüminyum üretiminin de yarıdan fazlası Çin’de yapılıyor. Yani Çin’in tarifelere sert cevap vermemesi beklenemezdi.

ABD ile Çin Arasında Tarife Pingpongu

2017 yılında, ABD’nin Çin’den yaptığı mamul ithalatı 505 milyar dolar, Çin’e mamul ihracatı ise 130 milyar dolardı. Yani ABD, Çin’le yaptığı mamul ticaretinde 375 milyar dolarlık bir açık vermişti ki bu ABD’nin toplam ticaret açığının yaklaşık beşte üçüne karşılık geliyor. Söz konusu açığı kapamak amacıyla ABD’li yetkililer geçen seneden beri çeşitli formüller üzerinde duruyordu. Gümrük tarifesi silahını çekelim dediler. Ve böylece uzun, ince ve çetrefilli bir yola girildi.

Çin ile ABD arasında ilişkiler bu sene başında ABD’nin Çin’den ithal edilen güneş panellerine gümrük tarifesi uygulamasından beri geriliyordu.

Mart ayında, Amerika’nın çelik ve alüminyum ithalatına ek gümrük tarifesi koyma kararına Çin’den bir uyarı geldi önce. Eğer bu tarifeler Çin firmalarını ciddi bir sıkıntıya sokarsa bunun karşılığını veririz dendi. O zaman bu zamandır ABD ile Çin arasında tarifeler savaşı ve tehditleri yaşanıyor.

Çin, hemen ABD’den ithal ettiği birçok ürüne yüzde 15 ile yüzde 25 arasında ek tarife uygulayacağını açıkladı. ABD, derhal (yani 24 saat içinde) ABD’nin Çin’den ithal ettiği televizyon ve araba dahil birçok ürüne (binden fazla mamule) ek gümrük tarifesi (yüzde 25 oranında) uygulayacağını açıkladı. Haziran ayında uygulamaya geçilmesi öngörülen bu ek gümrük tarifesiyle ABD ile Çin arasındaki ticaret açığının 50 milyar dolar kadar azaltılabileceği ifade edildi. Yine çok geçmeden (ertesi gün) Çin, Trump’ın  50 milyar dolarlık gümrük tarifesine aynı miktarda tarifeyle cevap verdi. 5 Nisan’da Trump, Çin’le olan ticaret açığını bu sefer 100 milyar dolar indirebilecek yeni tarifelerin hazırlanmasını buyurdu. Çin’den aynı gün cevap geldi: Biz karşı atağı kalem kalem çoktan hazırladık bile! Evet, tüm bunlar 5 günde oldu. İki tarafı da tebrik ediyorum. Bir sürü detaylı hesap kitap yapmayı gerektiren bir konuda birbirlerine 24 saat geçmeden cevap verdiler.

Bir hafta sessizlikten sonra (16 Nisan’da) ABD, dünyanın en büyük telekom malzemeleri imalatçılarından olan Çinli firma ZTE’yi İran ve Kuzey Kore’ye olan yaptırımları ihlal ettiği gerekçesiyle cezaya çarptıracağını duyurdu. Yani ABD, Çinli şirketi iflasın eşiğine sürüklüyordu. Çin derhal (artık derhal ve çok geçmeden demekle 24 saati kast ettiğimi anladınız herhalde) Amerika’dan ithal ettikleri Sorghum’a (sözlükte süpürge darısı deniyor ama ne olduğunu anlamış değilim) yüzde 179 ek vergi getirileceğini duyurdu. Çin, geçen sene bu hububatın ithalatı için 1 milyar dolar ödemiş.

Derken, 22 Nisan’da Çin ve ABD’li yetkililer uzun menzilli atışmalar yerine sorunu konuşarak halledelim dediler. Mayıs ayında yapılan müzakereleri müteakip yapılan ortak açıklamada (ABD’nin ticaret açığını azaltmak için) Çin’in ABD’den mamul ithalatını arttıracağı belirtildi. Bu arada yukarıda bahsettiğim ZTE olayının da tatlıya bağlandığı duyuruldu.

Tam savaş baltaları toprağa gömüldü diyecekken 29 Mayıs’da Beyaz Saray’dan yeniden duman işaretleri verilmeye başlandı: 50 milyar dolarcık bir tarife ve Çin’in ABD’de kritik görülen teknolojilerde yatırımlarının sınırlandırılması. Hemen ardından Çin’de çalınmaya başlayan tamtamları Çinli üst düzey bürokratlar şöyle tercüme etti: Eğer bir ticaret savaşı isteniyorsa buyurun biz hazırız.

Duman işaretleri ve tamtamlar yanlış tercüme edilebilir düşüncesiyle Haziran ayı başında ABD ticaret bakanı durumu yüz yüze görüşmek üzere Çin’e gitti. Yine karşılıklı iyi niyet mesajları verildi. Bir karar verin de şu yazıyı sonlandırayım artık diyorum içimden!

ABD’nin, ulusal güvenlik nedenini öne sürerek Çin’le olan ticaret açığını önemli ölçüde azaltmak için yüzlerce mamule ek gümrük tarifeleri uygulanacağı konusu halen güncelliğini koruyor. Halihazırda telaffuz edilen rakamlar 50 milyar ile 200 milyar dolar arasında gidip geliyor.

Gelin görün ki, Çinliler her şeye dünden hazırlıklılar. Verdikleri mesaj açık ve net: Sizden ithal ettiğimiz bir çok ürüne tarife getirme bir yana, ABD’de yatırımlarımızı azaltır ve hatta Amerikan şirketlerinin Çin’deki yatırımlarını törpüleriz. Burada bir hatırlatma yapayım: Çinli firmaların ABD’deki yatırımlarının tutarı 150 milyar dolardan az olmasına karşın Amerikan firmaların Çin’deki yatırımları 250 milyar dolardan fazla. Yani sonuçta ağlayan siz olursunuz gibi bir şey diyor Çin.

Tarifelerin karşılıklı olarak arttırıldığı bir ortamda ticaretin büyümesi, amuda kalkmış birisinin su içmesi gibi bir şey. (Tuhaf bir benzetme oldu ama Laz’dır ne söylese yeridir diye mazur görün.) Paranın kokusunu çok uzaklardan alma kabiliyeti olan Warren Buffett da Çin ile ABD’nin bir ticaret savaşına girişeceklerine inanmıyor. Ama farklı gerekçeyle. Buffett diyor ki, istediğin şeyleri sana gönderen birine bir kağıt parçası vermek dünyanın en kötü şeyi olmasa gerek. Bunu söylerken aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama o kağıt parçasının ABD maliye politikası üzerinde politik baskı gücü olarak kullanılabileceğini göz ardı etmek mümkün mü?

O halde, tarife savaşları yerine en makul görünen yol Çin’in, ABD’den daha fazla mal ithal etmesi (özellikle petrol ve gaz dahil) ve Çinli şirketlerin ABD’de daha fazla yatırım yapması ki bu alanda Alaska LNG projesi öne çıkıyor.

Al gülüm ver gülüm formülü olarak petrol ve gaz

Önce biraz rakamlara bakalım. ABD’nin 2017 yılında Çin’e petrol ve gaz ihracatının parasal değeri 4 milyar dolardan fazlaydı. Kasım 2017’den bu yana ABD’nin Çin’e sattığı petrol ve gazın aylık parasal değeri 1 milyar dolar sınırını geçmiş bulunuyor. Yani bu yıl ABD’nin Çin’e petrol ve gaz ihracı 20 milyar doları aşabilir. Şubat ayında Cheniere Energy ile CNPC arasında yıllık 1.2 milyon ton LNG alımı konusunda yapılan anlaşma da hesaba katılırsa iki ülke arasındaki petrol-gaz ticaretinin orta vadede çok daha büyük rakamlara tırmanması hayli olası.

2007 yılında ilk defa net gaz ithalatçısı haline gelen Çin, yalnızca 4 ülkeden gaz alıyordu. Bugün bu rakam 26’ya çıkmış durumda. Çin’in Türkmenistan’dan artan alımları ve 2019 yılı sonunda Power of Siberia boru hattı ile gelecek Rus gazı ABD’yi haklı olarak endişelendiriyor olabilir. Eğer Kuzey ve Güney Kore arasındaki problemler bir şekilde tatlıya bağlanabilirse Power of Siberia gaz boru hattı Kore’ye de gaz ulaştıracak. Bu durum şüphesiz ABD’nin LNG ihracatı için pek iyi bir haber değil.

Peki, Amerikan LNG’si Rus gazından daha ucuz olamayacağına göre, Çin’e daha fazla gaz satabilmenin yolu nedir? Mesela, Çinlileri Alaska LNG projesine dahil etmek. Amma velakin, BP ve ExxonMobil gibi devlerin, aman ha bakarsın elimiz ezilir ve belki de altında kalırız diye girmediği ve en azından 40 milyar dolar civarındaki bir yatırımla 10 sene sonra faaliyete geçecek Alaska LNG projesine (3 trenin toplam kapasitesi yıllık 20 milyon ton) Çin neden talip olsun ki? Jeopolitik nedenler veya Trump’ı ve dolayısıyla Amerikan seçmenlerini memnun etmek için mi?  Belki.

Çin, doğal gazda ithalat bağımlılığını arttırmak istemediği gibi Amerikan LNG’ye ve genel olarak LNG ithalatına da pek sıcak bakmıyor aslında (Çin deniz kuvvetlerinin ABD ile henüz rekabet edecek güçte olmaması da bunun nedenleri arasında yer alıyor). Ancak, kaya gazı üretiminden beklediğini elde edemeyeceğini anlayınca ithalatçıları birbirine kırdırma yoluna girmiş olamaz mı? Üstelik tedarikçi, tedarik yolu, miktar ve fiyat görüşmelerinde jeopolitika da sigara ve çakmak gibi hep masa üstünde duruyorsa. Yıllarca süren müzakerelere rağmen bir türlü sonuca bağlanamayan Rusya’nın Çin’e gaz satma projesinde neden birdenbire 2014 yılında mutlu sona gelindi? (Rusya’nın Kırım’ı ilhakından 2 ay sonra.) Rusya-Ukrayna krizi bunda herhangi bir rol oynadı mı?

Diyeceğim o ki, finans sektörün sağlam, ekonomin ve sanayin kuvvetli, eğitimli ve sağlam bir iş gücün varsa, teknoloji üretebiliyorsan, cebin derin ve para dolu ise politik baskılara daha dirençli olabilirsin.

İran yaptırımlarında film başa mı sarılıyor?

Avrupalı şirketler, Amerikan pazarından, global sermaye ve finans piyasalarından ilişkilerinin kesilmesini göze alamayacaklardır. Dolayısıyla ya AB’nin radikal bir çözümüne bel bağlayacak ya da Asya’nın kapısını çalacaklar.

ABD Başkanı Trump, 8 Mayıs 2018 tarihinde, 2015 yılında İran’la varılan anlaşmadan çekileceklerini, 2012 yılında koyulan ama 2016 başında yumuşatılan İran yaptırımlarının tamamıyla yeniden devreye sokulacağını açıkladı.

Amerikan yaptırımları hemen devreye girmeyecek. Hedef sektör ve faaliyet cinsine göre iki silsile halinde gelecekler. Birincisi 6 Ağustos’ta, ikincisi 4 Kasım’da başlayacak. Bu süre bitimlerine kadar şahıs ve şirketlere İran’la iş ilişkilerini kesmeleri için süre verilmiş olacak. Yani bazı istisnalar yapabilmek için açık kapı bırakılacak. İstisnaya girecekler bu süre içerisinde belirlenecek.

Petrol ve gaz sektörü açısından bakıldığında, 4 Kasım’a kadar İran’dan petrol ithal eden ülkelerin ithalatlarını ciddi oranda  (yüzde 20 gibi) azaltmaları, İran ile ticaret veya yatırım yapan firmaların da kontratlarını iptal edilmesi beklenecek.

4 Kasım’dan sonra 2016 yılında kaldırılan tüm yaptırımlar (hem birinci hem de ikincil yaptırımlar) tekrar yürürlüğe girecek. Biraz kafa karıştırsa da temel olarak birincil yaptırımlar Amerika’da yerleşik şahıs ve şirketlerin İran’la iş yapmasını engelliyor. İkincil yatırımlar ise ABD’de herhangi bir ticari bağlantısı olan ama Amerika dışındaki üçüncü şahıs ve şirketlerin İran’la ticaretini ve İran’la iş yapanlarla işbirliğini yasaklıyor. Bunun pratikte nasıl uygulanacağı henüz net değil.

İran’ın petrol ihracatının zorlaşması, Amerikan dolarıyla satışının önlenmesi, İran’ın dolara ve uluslararası bankacılık ve finans kurumlarına erişiminin kısıtlanması, İran petrolünü taşıyan tankerlerin ve sigorta şirketlerinin cezalandırılması yaptırımların ana başlıkları arasında yer alıyor. Ancak, ikincil yaptırımlar çok önemli bir kısıtlama daha getiriyor: Hisseleri ABD’de işlem gören, ABD’de bir kolu olan, ana hissedarı bir Amerikan vatandaşı olan herhangi bir şirket eğer İran ile ticaretinde Amerikan doları kullanıyorsa, Amerikan yaptırımlarına uymak zorunda. Yani nerede üstlenmiş olursa tüm şirketlerin İran’da faaliyetlerini sınırlandırılması amaçlanıyor. Uymayanlara ne olacak? En basiti, Amerikan sermaye piyasasına ve uluslararası ödemeler sistemine erişimi engellenecek.

İran ile iş yapanları bir düşünce aldı

Trump yaptırımları İran’da yatırım yapan ülkeleri ve şirketleri haliyle çok yakından ilgilendiriyor.  Amerikan şirketlerinin pek etkileneceğini söylemek mümkün değil çünkü Boeing’in uçak satışı haricinde zaten yatırım ve ticaretten uzak duruyorlardı. İran’a 22 milyar dolar tutarında 110 uçak satım anlaşması olan Boeing hemen yaptırım kararına uyulacağını açıkladı.

Avrupa Birliği üye ülkeleri ve Avrupalı şirketler için durum çok daha farklı. AB, sanki üye ülkeler arasında bir politika birliği varmış gibi ABD yaptırımlarına karşı duracaklarını ve gerekirse ABD’ye misilleme yapacaklarını iddia eden politikacılarla dolu. Avrupa Birliği, Almanya ve Fransa öncülüğünde alarma geçti ancak bunun nedeni nükleer anlaşmaktan ziyade tamamen duygusal gibi gözüküyor.

Avrupalı bir çok şirketin İran ile ticaret, yatırımı ve iş ilişkisi var. Fransa’nın İran’da otomotiv sektörü yatırımları (İran’da araba üreten Peugeot-Citroen ve Reno geçen sene İran’a binlerce araba satmıştı. Volkswagen da geçen sene İran’a araç ihraç etmek için anlaşma yapmıştı), fiyatı 20 milyar dolardan fazla tutan uçak satışı (Fransız-Alman Airbus’ın 100 adet, Fransız-Italyan ATR’nin 20 adet), Shell’in yaptığı anlaşma, Total’ın Çin Ulusal Petrol Şirketi CNPC ile beraber Güney Pars gaz sahasının onbirinci fazını geliştirmek için geçen sene imzaladıkları 4,8 milyar dolarlık kontrat bunların en önemlileri.

Avrupalı şirketleri zor bir tercih bekliyor. Amerika ile bir şekilde bağı olanlar (iş, finansman vesaire)  İran ile ticarete devam etmeye veya yatırım yapmaya değer mi diye hesap kitaba gömülecek ve önümüzdeki aylarda kararını vererek seçim yapmak zorunda kalacak.

Örneğin, Total, hiç zaman kaybetmeden eğer ABD makamlarından özel bir muafiyet verilemez ise Güney Pars sahasındaki projesine devam etmeyeceğini ve faaliyetlerini tasfiye edeceğini açıkladı. Çinliler hemen atladı ve CNPC’nin Total’in yerini (%50.1 hissesini) seve seve dolduracaklarını belirtti. Çinli Sinopec de Shell’in geliştirmeyi arzu ettiği 3 milyar dolarlık yatırım gerektiren Yadavaran petrol sahasını üstlenmek için görüşmelerde bulunuyor.

Alman Wintershal, Allianz ve Danimarkalı Maersk ve Torm, İran ile olan anlaşmalarından çekileceklerini açıkladı. Siemens 1.6 milyar dolar tutarındaki iş ilişkisini herhalde süre bitimine kadar hızlandıracak ama nihayetinde sonlandıracak. Beş milyar dolarlık anlaşması olan Basf da İran’dan çekilecekler arasında. Diğer yandan, Daimler, Oberbank dahil bir çok şirket halihazırda bekle gör modunda.

Avrupa Komisyonu başkanı Junker dahil bir çok üst düzey bürokrat Avrupalı şirketleri korumanın bir görev olduğunu her fırsatta beyan ediyorlar. AB, İran’da faaliyet gösteren üye ülkelerdeki şirketleri korumak amacıyla, Blocking Regulation 2271/96 denilen ve Avrupalı şirketlerin Amerikan yaptırımlarına uymasını yasaklayan, yabancıl bir mahkemenin yaptırımlara uymadı diye vereceği herhangi bir cezayı kabul etmeyen hatta olabilecek muhtemel parasal kayıpların tamirine olanak sağlayan bir düzenlemenin iş göreceğini umuyor. 1996 yılında Amerika’nın Küba yaptırımlarına karşı Avrupalı şirketleri korumak amacıyla getirilen bu düzenlemeyi hayata geçirmek burada sıralaması epey yer alacak bir çok nedenden dolayı pek uygulanabilir gözükmüyor. Kanımca AB, Amerikan yaptırımlarına karşı çıkmaya devam edecek ama dişi olmadığı için ısıramayacak. Siz farklı düşünebilirsiniz.

Trump yaptırımları takmayan ülkelerdeki şirketler bile tırsmış durumda. Gazprom ve Gazprom Neft’in (%96’sı Gazprom’un) İran Ulusal Petrol Şirketi NIOC ile  ayrı ayrı yaptıkları ve toplamda 6 petrol ve gaz sahasının geliştirilmesini içeren mutabakat zabıtları var. Bunları nihai kontrata dönüştürmek için görüşmelere devam ediyorlar. Ancak, Lukoil İran’da Mansouri ve Abteymour petrol sahalarını geliştirme işini durum netleşinceye kadar sürüncemede bırakacak. Anlaşılan Putin’in destek vermesini istemedi. Elimi verirsem kolumu alamam mı diye düşünüyor acaba? Diğer yandan, Rosneft 30 milyar dolar tutarında petrol ve gaz  yatırımı yapmak için İran ile görüşmelere devam ediyor. Rus devlet şirketi Zarubezhneft Mart ayında İran ile 2 petrol sahası için bir anlaşma yapmıştı ama alt tarafı 700 milyon dolar.

İran ile ticarette öne çıkanlar

AB ile İran arasındaki ticaret hacmi 2013 yılında 6 milyar euro’dan iken 2017 yılında 21 milyar euro’ya çıkmıştı. AB’nin İran’dan yaptığı ithalatın çoğunu petrol ve petrol ürünleri oluşturuyor (İran’ın 2017 yılında AB ülkelerine sattığı petrol 2016’ya kıyasla neredeyse iki katına çıkmıştı). Buna karşın AB’nin İran’a yaptığı ihracatın nerdeyse tamamını imalat sanayi ürünleri oluşturuyor. Ancak, İran’la en çok ticaret (mamul ticareti) yapan bölge AB değil. İran’ın toplam ticaret hacminde AB’nin payı %16 (Çin’in %20, Türkiye’nin %7,5).

İran’ın petrol ihracatında öne çıkan bölge de AB değil Asya. AB’nin İran petrol ihracatındaki payı %18. AB’nin İran’dan ithal ettiği petrolün ülkelere dağılımına baktığımızda dört ülkenin (sırasıyla İtalya, Fransa, İspanya ve Yunanistan) aslan payını (%85) oluşturduğunu görüyoruz. Buna mukabil, Asya’nın payı yaklaşık %75. Burada yine 4 ülke öne çıkmakta (sırasıyla, Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore).

AB, muhtemelen Amerikan yaptırımlarını ilk aşamada umursamaz gözükecek ve İran’dan petrol alımına devam ederek İran’ın müşteri portföyünün canlı tutulacağı mesajı verecek ama rafineriler kendi bildiklerini okuyacaklar. Yani kısıntıya gidecekler. İran’ın Asya’daki müşterilerinden ABD ile ilişkileri iyi olanlar muhtemelen ithalatlarını ciddi oranda kesecekler ama bunlar yaptırımlar sonrasında zaten İran’dan petrol ithalatlarını kayda değer oranda arttırmadıklarından İran için pek kayıp sayılmayacak.

Peki ya Çin ve Hindistan?

Çin ile ABD’nin ilişkileri yukarıda belirtiğimiz konular dahil bir süredir nane molla olduğundan Çin’in tam olarak ne yapacağını kestirmek güç olsa da yaptırımları bir şekilde fırsata dönüştürmeye çalışacaktır.

Hindistan ise muhtemelen diplomatik bir dil kullanarak tarafsız kalmaya çalışacak ve şirketlerin kendi kararlarını vermeleri gerektiğini savunacak. Hintli rafineri devi Reliance Industries İran’dan petrol alımını Kasım’da durduracak. Fakat Hintli ONGC’nin Farzad-B gaz sahasını geliştirmek için  İran ile kontrat imzalaması bekleniyor.

Yaptırımların muhtemel etkileri

Tutarı geçen sene 52 milyar doları aşan petrol ihracatı İran için çok önemli bir gelir kaynağıdır. Yaptırımlar sırasında İran’ın günlük ham petrol üretimi 2.65 mbd (milyon varil) ile Eylül 2013’te tabanı görmüştü. Yaptırımlar zamanında İran’ın petrol ihracatı da yarı yarıya düşmüş ama nükleer anlaşma sonrasına yine yaptırımlar öncesi seviyeye çıkmıştı. İran’ın geçen seneki petrol ihracatının günlük ortalaması 2.5 milyon varilden biraz fazlaydı. Şimdiki yaptırımların etkisinin bu kadar acıklı olmayacağı tahmin ediliyor.

Nisan 2018’de İran’ın petrol üretimi (3.82 mbd) ve ihracatı (2.4 mbd) yaptırımlardan sonraki en yüksek değerlere ulaşmıştı. Bu yüksek düzeyin bir nedeni de İran’ın yaptırımlar öncesinde stoklarını mümkün olduğunca boşaltma çabasıydı.

İran petrol üretiminde ve ihracatında ne kadar düşüş olacağı şu anda tam bir spekülasyon konusu. Bazı uzmanlara göre bu sene sonuna kadar 400-500 kb/d, sonrasında ise daha fazla olacak  ancak miktar vermek zor. Üretimden doğacak açığı (global arz penceresinden baktığımızda) OPEC’ten (atıl kapasite sırasıyla) Arabistan, BAE, Irak ve Kuveyt, OPEC haricinde ise Rusya, Kazakistan ve Amerikan kaya petrolü rahatça kapayabilir. Aralık 2018 sonrası durumun ne olacağını ise o zamana kadarki gelişmeler gösterecek.

Suudi Arabistan ve hatta OPEC başkanlığını elinde tutan Birleşik Arap Emirliği, İran’ın petrol üretimindeki azalmanın global arzda yaratacağı açığı zevkle kapatmak için ellerinden geleni yapacaklarını açıkladıktan sonra İran OPEC’e uyarı niteliğinde bir mesaj göndererek kendi kendilerine gelin güvey olmamalarını işaret etti. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi Brütüs’ler kulübü olarak nitelediğim OPEC’in İran’dan yana bir tavır koymalarını rüyamda görsem inanmam. Fiyatlar 80 dolara yakın seyrederken ve üretim limitleri yumuşarken herkes üretimini maksimize etme arzusunda olacaktır.

İran’ın ihracatındaki azalışının nedenini ise Japonya, Kore ve çoğu Avrupa ülkesinden kaynaklanan kesinti oluşturacak. Petrol ihracatındaki gerilemenin İran ekonomisini hemen vuracağını söylemek pek doğru olmaz. Çünkü İran öncelikle Kasım ayına kadar elindeki stokları eritmeye çalışacak. Miktarsal olarak petrol ihracatında %15-20 gibi bir daralmanın en azından önümüzdeki 6 ayda İran ekonomisini çok sarsmayacağı düşünülüyor. Eğer petrol fiyatları yüksek seyrederse İran’ın ihracat gelirinden parasal olarak pek bir kaybı bile olmayabilir. Zaten yaptırımların uygulamaya geçmesine daha aylar olmasına rağmen piyasa petrol fiyatlarını şimdiden fiyatladı. Bu durum ortan vadede baktığımızda da kısmen geçerlidir. Diğer yandan, İran’ın bütçe hesaplamalarında mali yıl bitimi Mart 2019’a kadar petrolün fiyatı 55 dolar olarak varsayıldığından mevcut bütçe dengesinde de önemli değişiklik yaratmayacaktır.

İran petrol ve gaz sektörünü vuracak olan ve etkisini gelecekte gösterecek olan en önemli etmenlerden biri Avrupalı şirketlerin ve yatırımcıların azalmasıdır. Total’ın Güney Pars sahasından çekilmesi ve İran’ın en büyük ikinci gaz sahası olan Kish gas sahasında buna şahit oluyoruz. Rus ve Çin şirketleri Avrupalı şirketlerin İran’ı terki diyar etmesinden doğacak boşluğu kapamak isteyecekler ancak teknolojik açık kapanmayacaktır. İran için burada iki olumsuz durum oluşmaktadır. Birincisi, petrol sahalarında verimi arttırma konusunda. İkincisi, doğal gaz sektörüne balta vurulması şeklinde ki bu üretim ve ihracat hedeflerinin (özellikle LNG) ötelenmesi anlamına gelir.

Doğal gaz üretiminin planlandığı gibi artmaması demek aynı zamanda petrokimya gibi gaz tabanlı sanayi yapısına geçme planlarına da gölge düşmesi demektir. Ayrıca, petrol sahalarına enjekte edilen gaz miktarının sınırlandırılması yani petrol üretiminin baskı altında tutulması demektir. Bu da nihayetinde petrol üretiminde kendisi gösterecektir. Yani yaptırımların uzun vadede İran ekonomisi ve enerji sektörüne etkisi çok olumsuz olacaktır.

Yaptırımları delme formülleri

Farz edelim İran’dan petrol ithalatını Amerikan yaptırımlarının dikte ettiği gibi ciddi miktarda azaltma gibi bir tasanız yok ama tanker, bu tankeri sigortalayacak şirketi, para transferini gerçekleştirecek bir finans kanalı, mümkünse ödemenin Amerikan doları olmadığı ve SWİFT kullanmadan bu işin nasıl yapılacağını düşünüyorsunuz. Bildiğiniz gibi Belçika menşeli uluslararası finans iletişim ağı SWIFT’e 2012 yılında İran’ın erişimi engellenmişti. Trump yaptırımlarının devreye alınmasıyla Amerika’nın gözü SWIFT üzerinde olacaktır.

Peki bu kısıtlar altında İran ile petrol ticareti nasıl yapılabilir? Yaptırımlarda çözümler tükenmez.

Mesela, Asya’da sigorta işini üstlenecek bir şirket kurulur veya bulunur. Yaptırımlar sırasında Çin’in İran’la petrol ticaretini euro ve Çin para birimi üzerinden yaptığı Çinli CNPC’nin sahibi olduğu 2012’de kurulan Kunlun Bankası veya benzer bir banka kullanılabilir. Hatırlarsanız, zaten İran’ın Çin ile petrol ticaretinde Yuan, Hindistan ile ticaretinde euro kullanılıyor. Rusya ile yapılan ticarette de geçtiğimiz Kasım ayından beri barter ticaret sistemi kullanılıyor. Yani İran Rusya’ya sattığı petrol karşılığında Rusya’dan tarım ve sanayi ürünü alıyor.

Avrupalı şirketler, Amerikan pazarından, global sermaye ve finans piyasalarından ilişkilerinin kesilmesini göze alamayacaklardır. Dolayısıyla ya AB’nin radikal bir çözümüne bel bağlayacak ya da Asya’nın kapısını çalacaklar. AB cesaret edebilse para transferi için devlet bankaları veya merkez bankaları, Hamburg’da bulunan İran’ın sahibi olduğu İran-Avrupa bankası veya Avrupa Yatırım Bankası’nı kullanabilirdi ama böyle bir cesaret gösterebilme ihtimali zayıf. Benzer şekilde taşımacılık ve sigorta konusunda da devlet idaresinde ve ABD ile iş yapmayan bir şirket kurulması da gündeme getirilebilirdi ama nerde o cesaret. Bu ABD’ye tamamen cephe almak olur.

AB, 17 Mayıs’ta Birliğin Amerikalı yaptırımları önleyici kuralını devreye sokmak, Avrupa Yatırım Bankasını Avrupalı şirketlerin İran ile ticaretinde aracı kurum olarak kullanmak, İran Merkez Bankası ile finansal ilişki kurmak ve enerji dahil bir çok alanda İran ile işbirliğini geliştirmek için harekete geçeceğini açıkladı. Tabiki İran’ın önceden imzalanan Nükleer anlaşmanın şartlarına uyması kaydıyla.

Kimse İran’ın kaşı gözü için ya da İran petrolüne aşık olduğu için bu yollara başvurmayacak. İllaki bir şekilde İran’dan fiyat, ödeme süresi, yağlı işler gibi bir takım ticari tavizler veya jeopolitik tavizler alacaktır.

Mutlu ve huzurlu bir bayram dileklerimle.