Tehditler, fırsatlar ve beyin fırtınasının önemi

Son zamanlarda İran’ı hedef göstermek moda haline geldi. Geçtiğimiz ay Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine yapılan saldırılarda da İran hedef gösterildi.

Dikkat ederseniz, Arabistan, İran ve petrol kelimelerinin “saldırı” kelimesiyle aynı cümlede kullanılması petrol fiyatlarını anında fırlatmaya yetiyor. Fırlama hızı ve süresi, onu destekleyen haberlere, gelişmelere ve belirsizliklere bağlı hale geldi.

Sıkça karşılaştığımız bir başka durum da jeopolitik belirsizlik ve kargaşanın petrol fiyatlarını etkilemede bir silah olarak kullanılması. Petrol fiyatlarını dengelemek için ne pahasına olursa olsun gerekeni yapacağız diyen Suudi Arabistan yetkilileri, sanki bu silaha fazla güvenir hale geldi.

29 Eylül Pazar günü Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan bir programda Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed bin Salman’ın, “eğer İran engellenmezse petrol fiyatları düşünülemeyen seviyelere gelebilir” demesi bence bu tip korku ve endişenin artmasına yardımcı oluyor. Aslına bakılırsa, Salman’ın yaptığı bir anlamda çok normal. Çünkü işin içinde Saudi Armaco’nun halkı arzı da var.

1,5-2 trilyon dolarlık Saudi Aramco‘nun halka arzı öncesi, petrol fiyatlarının 60 doların altına inmesini istemeyen Arabistan, 14 Eylül tarihinde yapılan saldırılar sonrasındaki açıklamalarda belki bilerek belki bilmeyerek bazı temel kavramlar hakkında kafa karışıklığı yarattı. Üretim kapasitesi, arz, üretim miktarı, petrol işleme kapasitesi ve ihracat kavramları net ifade edilmedi. Durum böyle olunca, bir tarafta her şeyin yakın zamanda normale döneceği, diğer tarafta ise aylar alacağı yönündeki beklentilerde kutuplaşmalar yaşandı.

İlk dikkat çeken konu Suudi Arabistan’ın Eylül ayı petrol ihracatının günlük 6,3 ile 6,4 milyon varil arasında kalacağı beklentisi oldu. Stoklar, offshore sahalarda üretim artışı ve rafinelere petrol akışında kesintinin bunda önemli rol oynadığı düşünülüyor. Arabistan’ın spot piyasadan petrol ürünleri temin etmesi de bu düşünceleri destekledi.

Güvenirliliğine zarar gelmemesi için elinden geleni yapan Arabistan nihayetinde piyasadaki kötümser görüşlerin törpülenmesini sağladı. Üretim ve ihracat konularındaki beklentiler olumlu yönde gelişir gibi gözükürken dikkatler tekrar talep cephesine yoğunlaşmaya başladı.

Makroekonomik göstergeler dünya ekonomi büyümesinde yavaşlamayı işaret etmeye devam ederken dünya ticaret hacminde son 10 yıldır en büyük daralmanın yaşanacağı beklentisinin de etkisiyle kâğıt varil piyasasında satış baskısı yaşandı.  Bu da fiyatları saldırı öncesi düzeye indirdi. Yani iki hafta sonra başladığımız yere geri döndük: 13 Eylül Cuma günü 60 dolarda kapatan Brent petrolü, 16 Eylül Pazartesi günü 72 dolara yaklaştıktan sonra 30 Eylül’de tekrar 60 dolara doğru indi. 1 Ekim tarihinde 60 doların da altına geriledi.

14 Eylül tarihinde Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine yapılan saldırı ve akabindeki gelişmeleri ileriki yıllarda çok daha fazla konuşacağız. Bu konuda tezler ve kitaplar yazılacak.

Son derece güvenli olduğu sanılan tesisler hakkında her şey sorgulanır oldu. Kale gibi korunan tesislerin nasıl olup da bu kadar zarar gördüğü konusu ileride derinleşecek. Evet, kale gibi korunuyordu. Ama insan saldırısına karşı.

Sorgulanan diğer önemli bir konu ise bilgi akışlarındaki tutarsızlık, kargaşa ve karmaşıklıktı. Dron saldırısı mı füze saldırısı mı? Sonuçta hem dron hem füze dendi. İyi de nerden gelmişti bu füze ve dronlar? Önce Yemen dendi, sonra Kuzey Irak vesaire. İyi de bu iş Kızılderililerin kale etrafında dönerken ok fırlatması gibi değil ki. Can alıcı yerden vurmuşlar.

Jeopolitik risk premium diye tabir edilen jeopolitik gelişmelerin petrol fiyatları üzerindeki etkisinin parasal miktarı ani fiyat dalgalanmalarına neden olabildiği için üzerinde daha çok kafa yorulacak. ABD Başkanı Trump’ın twitleri sonrası petrol fiyatlarındaki ani hareketler nedeniyle Trump’ın ruh halini okumaya çalışan trader’lar gibi.

Ve kaynayan Orta Doğu’da yeni denge arayışları.

İsrail ve Suudi Arabistan tarafından hararetle hedef olarak gösterilen İran’a ne Arabistan’ın ve Israil’in tek başına ne de beraber saldırmaları mümkün. Burada iki konu öne çıkıyor: Birincisi ABD’nin nasıl tavır takınacağı yani Trump’a ne derece güvenilebileceği. Ya Trump arkamızda duruyor diye saldırır, sonra arkamıza dönüp baktığımızda onu görmezsek ne yaparız endişesi bu iki ülkenin büyük maceralara atılmasını törpülüyor. İkinci olarak, arkalarında ABD olsa bile Çin ve Rusya’nın ne yapacağı konusu beyinleri kemiriyor. Her ne kadar son zamanlarda kanka gibi görünseler de İsrail ve Suudi Arabistan iç politikasındaki gelişmelerin böyle bir savaşı kaldırmaya müsait olup olmadığı da ayrı bir kon tabii ki.

Çember biraz daha genişletildiğinde sorular daha çok artıyor. Irak’ta yeniden alevlenen çatışmalar. Lübnan ve Mısır’da sokağa dökülmeye meyleden insanlar, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin izleyecekleri çizgi ve nihayetinde Orta Doğu’da değişmesi muhtemel dengelerin Libya’nın geleceğine etkisi. Bunun Doğu Akdeniz’e yansıması da cabası.

Bunların petrol ve gaz piyasalarıyla ne alakası var diye bir soru gelebilir aklımıza. Arama ve üretim çalışmalarından tutun dış ticarete ve ticaret güzergâhlarına, yatırımlardan tutun gelecekteki fiyat oluşumlarına etkisi açısından o kadar alakası var ki her birisi bir kitap konusu olur.

Bernard Shaw ne demiş: İyimserlik ve kötümserlik dengesini iyi kurmamız gerekir. Unutmayın, uçağı iyimserler icat etti ama paraşütü bulan bir kötümserdi.

Yani tehditler ve fırsatlar, özellikle uzun vadeye yatırım yapan enerji şirketleri için üzerinde çok düşünülüp beyin fırtınası yapılması gereken konulardır.

İşte böyle bir beyin fırtınası yapma ortamı yarattığı için Türkiye Enerji Zirvesi benim için çok değerli.

Yazıyı nereden nereye getirdi mi dediniz? Eğer oturum sonralarında ve boş zamanlarda bu kadar değerli beynin bir araya geldiği bir yerde beyin fırtınaları yapmıyorsanız haklısınız.

Zirvede görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla…