Sürdürülebilir enerji için entegre enerji şirketleri

Ülkemizin bulunduğu zorlu politik coğrafyada geldiğimiz noktada sürdürülebilir enerji için, enerji hammaddesi güvenliği çok önemli bir konu olmuştur. Aslında son bir kaç yıldır benim dikkati çekmeye çalıştığım çok önemli bir konu. Şöyle ki; ülkemizde yapılan enerji ile ilgili tüm toplantı, konferans, çalışma grupları oluşturulması ve diğer aktivitelerde sadece elektrik üreten, taşıyan ve satan paydaşlar yer almaktadır. Enerji denilince sadece elektrik akla gelmektedir. Oysaki elektrik bir üründür, bir madde değildir, henüz yeterli miktarda depolanamamaktadır. O zaman enerji denklemini “hammadde + elektrik santrali= enerji” olarak tanımlamak gerekmektedir. Aslında bu yeni keşfedilmiş bir denklem değildir. Üzülerek söylemek gerekirse bu ülkemizde henüz yeterince yerleşmemiş ama güçlü devletlerin en çok önemsediği denklemdir. Bu denklemin tarih boyunca yarattığı krizleri ve dahi savaşları, dünya siyasi haritasının tekrar tekrar şekil değiştirmesinin ana nedeni olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar olduğunu düşünmekteyim.
Fosil ve nükleer yakıtlar en stratejik yakıtları
Günümüzde enerji hammaddesi, su, fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğal gaz), nükleer yakıtlar rüzgar ve güneştir. Biz bu hammaddeleri kullanarak enerji üretmekteyiz. Bunlardan rüzgar, güneş ve su bulunduğumuz coğrafyadan bağımsız düşünülemez. Ama fosil yakıtları ve nükleer yakıtları, ihtiyacımızı karşılamak için dünyanın herhangi bir yerinden tedarik edebiliriz. Bu nedenle ve maalesef kabul etmeliyiz ki, fosil yakıtlar ve nükleer yakıtlar günümüzün en önemli, en stratejik ve en gerekli yakıtlarıdır. 2035 yılında dünya nüfusunun 8.7 milyar olacağı hesaplanmaktadır. Yani günümüzden 1,6 milyar daha fazla insanın enerjiye ihtiyacı olacaktır. Bu bir yönden bakıldığında aslında yakın gelecekte çok iyi bir pazar olduğunu ve enerji sektörüne yatırımın gerekli olduğunu bize vurgulamak ile birlikte; yakın gelecekte kendi nüfusumuz için enerji hammaddelerine erişimin de çok stratejik bir konu olduğunu hatırlatmaktadır. İşte tam da enerji politikalarının çok dikkatlice oluşturulması gereken bir dönemin geldiğini belirtmektedir. Çünkü enerji politikalarının temeli, sınırlı kaynaklar ile artan nüfusun enerji ihtiyaçlarının dengelenmesidir.
Yakın gelecekte de fosil yakıtlar önemini koruyacak
2014 yılı verilerine göre dünya birincil enerji tüketiminde birinci sırayı %41’lik oran ile Asya-Pasifik bölgesi almaktadır (Şekil 1). Bunun nedeni dünya nüfusunun en yoğun olduğu bölge olmasıdır. Ülke olarak Çin tek başına dünyada üretilen toplam enerjinin %23 tüketmektedir (Şekil 2).Aslında kişi başına düşen enerji harcaması bazında bakıldığında, sadece Asya-Pasifik bölgesinin değil dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin 1,9 ton fosil yakıt harcamaktadır (Şekil 3). Diğer taraftan dünya birincil enerji tüketiminde Kuzey Amerika ve Avrupa %22’lik paya sahiptirler (Şekil 1). Bu bölgelerdeki ülkelerden Amerika Birleşik Devletleri dünyada tüketilen enerjinin %17’sini tek başına harcarken; Almanya, Fransa %2’sini, İngiltere %1,5’unu ve Rusya ise %5,3’ünü tüketmektedir (Şekil 2). Bu ülkelerdeki kişi başına tüketilen fosil yakıt açısından 6,1 ton ile ABD başı çekerken, Rusya 4,1 ton ile ikinci sırada yer almaktadır (Şekil 3). Üçüncü sırada kişi başına 3 ton fosil yakıt tüketimi ile İsrail ve Almanya vardır. Fransa 1,8 ton, İngiltere 2,4 ton ve Türkiye 1,5 ton fosil yakıt harcamaktadır. Görünen odur ki aslında dünyanın en fazla enerjisini tüketen iki büyük ülke vardır; ABD ve Rusya; aynı zamanda bu ülkeler Çin kadar olmasa da yüklüce nüfusa sahiptirler. Öteki taraftan Almanya, İngiltere, İsrail gibi nüfusça göreceli küçük ülkeler dünyanın enerji tüketimi ortalamasının biraz üstünde enerji harcamaktadırlar. Harcanan bu birincil enerjinin içinde 2014 yılında fosil yakıtların payı ise toplamda %86’dır (Şekil 4). Yapılan tüm geleceğe yönelik hesaplamalarda ise fosil yakıtların dünya birincil enerji tüketiminde %80’in altına düşmeyeceğidir (Şekil 5). Özetle yakın gelecekte de fosil yakıtlar önemini korumaya, güçlü ülkelerin fosil yakıt kaynaklarına erişebilmek için politikalar geliştirmesine ve dahi bölgesel kriz/sava çıkarmasına ön ayak olacaklarına kesin kanıttır.

Ülkemiz açısından bakacak olursak enerji ithalatına 2014 yılında 55 milyar $ harcadığımız ve %91 oranında fosil yakıtlara bağımlı olduğumuz gerçeğini önemsememiz ve bu önemseme durumunu sadece konuşmalarda bırakmayarak bu konuda icraatlar yapmamız gerektiği açıkça ortadadır. Türkiye olarak 2014 yılında 125,3 milyon ton petrol eşdeğeri enerji tüketimimizin 113,4 milyon ton petrol eşdeğeri fosil yakıtlardan karşılanmıştır. Başka bir deyişle enerjimizin %90’ı fosil yakıtlardan elde edilmiştir (Şekil 6). Ayrıca TEİAŞ 2014 verilerine göre elektrik üretiminde kurulu güç kapasitemiz %60 oranında fosil yakıtlardan oluşurken, elektrik üretimimizin %80’i fosil yakıtlı santrallerden elde edilmektedir. Hâl böyle olunca da bizim için fosil yakıt rezervlerine erişim ve ülkemiz için rezerv güvenliği en önemli gündem maddesi olmaktadır. Rezerv güvenliği denilince akla sadece petrol ve doğal gaz ticareti gelmesi ise konuya son derece uzak olduğumuzun kanıtıdır.
Fosil yakıtlardan kömürü hem ülkemizde 8.702 milyar ton rezerv olması hem de çevre açısından ciddi sorunlar taşıması nedeni ile bir kenara bırakacak olursak; petrol ve doğal gaz açısından rezerv sahibi olmanın çok önemli olduğunu bir kere daha vurgulayabiliriz. Kabul etmemiz gereken gerçek ise yeterli petrol ve doğal gaz rezervimizin olmadığıdır. Peki, söz konusu rezervler nerededir? 2014 yılında dünyanın toplam petrol rezervi 1.700 milyar varil ve doğal gaz rezervi 187 Tcm’ye ulaşmıştır. Hepimizin gayet iyi bildiği gibi petrol rezervlerinin %47’si ve doğal gaz rezervlerinin %43’ü Orta Doğu’da bulunmaktadır.
Ayrıca Rusya, Azerbaycan ve Türkmenistan’da yine büyük petrol ve doğal gaz rezervleri mevcuttur. Bu önemli bir noktadır ancak; daha da önemlisi bu rezervleri ellerinde tutan şirketlerdir. Günümüzde keşfedilmiş bu rezervlerin %71’i NOC’ler dediğimiz milli petrol şirketlerinin elindedir. Kalan %19 özel şirketlerin elinde ve son %10’luk dilim ise IOC dediğimiz entegre petrol şirketlerinin elindedir (Şekil 7). İşte tam da bu nokta en kritik noktadır. Çünkü bir petrol ülkesi olmayan İngiltere ki 2014 yılı ülke rezervi 4,3 milyar varil petrol eşdeğeridir (Kuzey denizindeki rezervleri 1966 yılından sonra bulunmuştur), BP şirketi vasıtası ile 17,5 milyar varil petrol eşdeğeri rezervi elinde tutmaktadır. BP günlük 3,2 milyon varil petrol ve günlük 1,7 milyon varil rafineri ürünü üretmektedir. Yıllık ürettiği ekonomik değer ise 358.7 milyar $’dır. Dünyanın toplam 80 ülkesinde faaliyet göstermektedir ve 558.000 km2 arama alanı vardır. Yine hepimizin bildiği Shell’in ise 13,1 milyar varil petrol eşdeğeri rezervi mevcuttur. Şirketin menşei olan Hollanda’nın rezervi ise 6,3 milyar petrol eşdeğeri kadardır. Bunun yanında günlük 3 milyon varil petrol ve günlük 3,1 milyon varil de rafineri ürünü üretmektedir. Yarattığı ekonomi değer ise 39 ülkede faaliyet göstererek elde edilen 421 milyar $’dır. Shell’in dünyada 556.000 km2 arama alanı mevcuttur. Bunun yanında elektriğinin %90’dan fazlasını nükleer santrallerden üreten ve son derece önemsiz miktarlarda petrol ve doğal gaz rezervi olan Fransa’nın şirketi Total’in ise 11,5 milyar petrol eşdeğeri rezervi mevcuttur. Günlük 2,1 milyon varil üretim yapan ve yine günlük 1,8 milyon varil rafineri ürünü üreten şirket 100’ün üzerinde ülkede faaliyet göstermektedir. Yaklaşık 542.000 km2 arama alanı olan bu şirketin yarattığı ekonomik değerin büyüklüğü ise 236 milyar $’dır (Şekil 8). Yani bu üç şirket toplamda 42,1 milyar petrol eşdeğeri rezervi ellerinde tutmaktadırlar. Bu üç şirketin menşei olan ülkelerin toplam rezervi ise 10,6 milyar varil petrol eşdeğeridir. Yani bu ülkeler toplam dünya rezervinin %0,4’ne sahipken, bu ülkeler için rezerv güvenliği açısından faaliyet gösteren söz konusu bu üç şirket dünya rezervinin %1,5’ni ellerinde bulundurmaktadırlar. Öteki taraftan bu şirketlerin mensubu oldukları ülkeler dünyada tüketilen enerjide kullanılan petrol ve doğal gazın %4,2 tüketmektedirler. Dünya’nın en büyük 250 şirket listesinde BP 2. Shell 5. ve Total 8. sırada yer almaktadır.
2035’de dünya üretiminin 110 milyon varil petrol eşdeğerine ulaşacağı hesaplanıyor
2035 yılına gelindiğinde dünya üstündeki nüfus artışına bağlı olarak enerji hammaddelerine erişim bugün olduğu gibi ciddi bir sorun olmaya ve sıkıntıları artarak büyümeye devam edecektir. Bu yılda dünyanın üretiminin 110 milyon varil petrol eşdeğerine ulaşacağı hesaplanmaktadır. Bu üretim değerlerine ulaşabilmek için ekstra 1,1 trilyon $ arama, üretim, rafineri ve taşıma yatırımlarına ihtiyaç vardır. Giderek azalan limitli enerji kaynaklarını nüfusun ihtiyaçları için artan rekabet ortamında karşılayabilmek adına atılması gereken önemli adımlar mevcuttur. Ülkemizin artan nüfusunun artan enerji ihtiyacını karşılamak için ciddi boyutta arama, üretim, taşıma ve depolama faaliyetlerinde bulunan hem milli hem de özel sektör tarafından oluşturulmuş entegre enerji şirketlerine ihtiyaç vardır.
Bilmemiz gereken en önemli konu enerji hammaddesinin güvenliğidir
Yaptığım gözlemlere göre, enerji sektörü denildiğinde gerek bu sektörün içinde olan gerekse başka sektörlerde olan ama enerji ihtiyacı olan her kesimin aklına yukarıda bahsettiğim paydaşlar gelmekte ancak enerji hammaddesi aramak, üretmek, taşımak ve depolamak sanki bu sektörün önemli bir iş kolu değilmiş gibi davranılmaktadır. Eğer kendimizi enerji şirketi olarak tanımlıyorsak ya da ülkemizin “enerji hub” olma hedefi var ise bilmemiz gereken en önemli konu enerji hammaddesinin güvenliğidir. Ülke olarak “enerji hub” olabilecek coğrafik konumdayız. Ancak sadece boru hatları ile hidrokarbon kaynaklarının transit geçişini “enerji hub” olarak değerlendiriyorsak ciddi bir yanılgı içindeyiz demektedir. Enerji işi değer zincirinin her bir eklenti kısmında var olan ve faaliyet gösteren entegre enerji şirketleri oluşturmalıyız (Şekil 9). Bu şirketlerimiz vasıtası ile arama, üretim yaparak ülkemizin ihtiyacı olan hammaddeye güvenli ve görece ucuza erişim sağlanmalıdır. Ayrıca sadece boru hatları taşımacılığı değil, cryogenic (dondurucu) deniz ve kara tankeri taşımacılığı ile LNG terminalleri kuran işleten ayrıca yeraltı gaz depolaması yapan ve bu hammaddeleri rafineri edebilen entegre enerji şirketlerimizi, ülkemizin hammadde güvenliği için desteklemeli ve bu şirketlerin yurt dışı yatırımlarını teşvik etmeliyiz.
Sadece elektrik üretimimizin ihtiyacımızı karşılayacak boyutta olması ve enerji borsasında elektrik alım satımı ile enerji hub hayallerimizi gerçekleştirdiğimizi düşünürsek büyük hata yapmış oluruz. 2035 yılında nüfusumuzun 90 milyonun üstüne çıkacağı hesaplanmaktadır. Bu günümüze göre 10-15 milyon ekstra kişinin enerji ihtiyacı olacağı anlamına gelmektedir. Bu sadece daha fazla elektrik ihtiyacı değil, daha fazla taşımacılıkta kullanılacak fosil yakıt ihtiyacı da demektir. Ayrıca enerji hammadde güvenliği sadece endüstrinin stratejik konusu değil aynı zamanda askeri stratejik bir konudur. Tüm bunlar göz önüne alındığında önümüzdeki 100 senenin de fosil yakıtlar tarafından şekillendirileceğini ve arayan, üreten, taşıyan ve rafinaj yapan ve elektrik üreten entegre enerji şirketlerinin hem mensubu oldukları ülkeler için hem de kendi hammadde güvenliği üstüne çalışacakları bir dönem olacaktır. Biz ülke olarak fosil yakıtlar anlamında yeterli kaynağı olmayan bir ülkeyiz. Ancak bizim gibi konumda olan gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi entegre enerji şirketlerimiz vasıtası ile ihtiyacımız olan hammaddeyi yurt dışında sahiplenerek güvence altına almalıyız. Eğer söz konusu enerji hammadde güvenliği açısından yurt dışında entegre enerji şirketlerimiz vasıtası ile rezerv sahibi olabilirsek Global Fortune 500 listesinde bu şirketlerin yer aldığını da görebiliriz.