Seçim Sonrası

Hem bayramı hem de seçimleri geçirdikten sonra artık işe odaklanmanın zamanı geldi dendiği anda bu kez hem Ağustos’taki uzun tatil imkanı veren Kurban Bayramı hem de erkene alınır mı acaba denilen yerel seçimler karşımıza çıktı.

Dolayısı ile yine karşımızda bir mazeret var. Ancak bu mazeret işlerin devam etmesine bazen engel olmuyor…

Özellikle de bankalar açısından…

Bugün farklı bir noktaya değinmek istiyorum. 2001 krizini hatırlamayan yoktur. O dönemlerde krizin merkezindeki Demirbank’ın hazinesinde çalıştığım için, durumu en yakın gözlemleyenlerden birisiyim. Krizin sebeplerinden ziyade durumun Demirbank özelinde nasıl tetiklendiği bence önemli çünkü daha sonra zincirleme olarak sektörü değiştirdi. Bu dönemde yanlış bilinen iki kavram var, bunları düzeltmek gerekiyor. Birincisi Demirbank karlılık nedeni ile değil kısa süreli likidite sorunu nedeniyle zora girdi. Zira el konulduğu yılı dahi karlı kapattı. İkincisi ise sıkça söylenen Demirbank’ın devlete güvenip bono aldığı ve bu yüzden haksız şeklide battığı konusu. Bu da doğru değil. Demirbank ve tüm bankalar bir devletin bonosunu aldıklarında buna bağlı riskleri çok iyi bilirler. Hatta buradaki, özellikle geri ödenmeme (default) riskleri için tasarlanmış özel ürünler (CDS) ülkelerin en objektif kredi notunu gösteren fiyatlamalardır. Yani Demirbank büyürken aldığı riskleri devam ettiği için ve bu portföyü taşıyacak nakdi sağlayamadığı için zora düştü.

Ancak bu kısa süreli nakdin sağlanması konusunda T.C. Merkez Bankası aksiyonsuz kaldığı gibi, o dönemde özel büyük bankalardan bir tanesi ile bir yabancı banka da özel bir rol oynadı. Bu bankaların, sebebi henüz belli olmayan bu aksiyonlarına o dönemdeki ekonomi yönetiminin de durumu yönetememesi eklenince ortaya ciddi bir sektörel kriz çıktı. Elbette bunun faturasını da sonuçta millet ödedi.

Bu konuya neden girdiğimi şöyle özetlemek istiyorum…

Bugünlerde sektörel bir kriz konusunu enerji sektörünün elektrik tarafı için sıkça duymaya başladık. Haliyle yüksek borçluluğa sahip bu şirketlerin durumunun yine bankacılık sektörüne sıkı sıkıya bağlı olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.

Sektörde dolaşan haberlere göre yine özel bir banka bu konuda ilk tetiği çekmek istiyor gibi hava esiyor. Hatta diğer bankalar ile bu banka arasında “resmi şikayet etme” noktasına gelmiş bir gerginlikten söz ediliyor. Elbette bankaların “ilk hareket eden” olarak kötüye giden bir sektörde kendini kurtarma refleksini göstermeleri anlaşılabilir ancak bunun oluşturacağı zincir reaksiyona da göz kapamamak gerekir.

Bu durumun sorumlularına bakıldığında ise elbette bu yatırımları yaparak “yanlış karar veren” yatırımcılar ve bunların yöneticileri gösterilebilir ancak durum tam olarak öyle de değil. Zira bu kararlar alınırken ortada bir piyasa modeli anlaşması vardı. Kamu strateji belgesi ile serbest piyasa modeli önerilmiş, yatırımcılar da buna göre plan yapmışlardı. Dolayısı ile zaman içinde bu noktaya gelinmesinde fiyatlara üst limit konması vs. gibi sayılacak birçok etkenden bahsedilebilir.

Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir. Bugün zorlayıcı pozisyonda olan bankalar da yatırımcılarla aynı yanılgıya -hem de fazlası ile- düştüler… Hatalı fizibilitelere ve inanmak istedikleri gelecek resmine göre fazla fazla kredi vermek istediler ve bunu da yaptılar. Bu sebeple bugün farklı suçlu aramak çok da doğru değil. Zira bu kur hareketlerini tahmin edemeyen bankalar bu sonuçları da tahmin edemezlerdi. Ancak bu sorumluluk herkese ait.
Bugün geldiğimiz noktada bankaların tavrı bu yüzden önemli. Eğer elinde “tetik” imkanı olan, bu çok konuşulan özel banka, 2001’deki gibi tetiği çekerse diğer bankaların doğal olarak arkadan gelmesi gerekir. Çünkü kimse müzik durduğunda ayakta kalan olmak istemez.

İzleyip göreceğiz. Zira yeni dönemin enerji piyasasının modelini bu tavırlar belirleyecek…