Orta Doğu, Petrol ve Horozların Savaşı

Bu yazıyı neşeniz yerindeyken okumamanızı öneririm.

Geçen yazımda Orta Doğu’nun yeniden yapılandırılmasını tasvir eden büyük resim ve bu resim içerisinde Rus enerji şirketlerinin rolüne değinmiştim. Bu yazımda ise bugünlerde çok popüler olan bölgenin jeopolitiği ve enerjinin önemine değineceğim.

Orta Doğu’yu dünya jeopoliğinde önemli kılan unsur nedir diye sorulduğunda genelde bölgenin petrol ve gazı cevabını alırız. Bir bakıma doğru. Dünya petrol ve gaz rezervlerinde bölgenin payı sırasıyla %47 ve %42. İnanmayın!

Aslına bakarsanız, bölgedeki petrol ve gaz rezervlerinin ne kadarının gerçek rezerv, ne kadarının politik rezerv olduğunu bilmiyoruz. Bu bahsi uzatmak istemiyorum ama bir örnekle ne demek istediğimi göstereyim. BP istatiklerinde Kuveyt’in petrol rezervlerine bir göz atın. 2004 yılında 101.5 milyar varil. 2005’de yine 101.5 milyar varil. 2006 ile 2016 arasındaki her yıl yine 101.5 milyar varil. Matematik olarak şu anlama geliyor: Kuveyt her yıl tamı tamına ürettiği miktar kadar petrol keşfediyor. Yerse!

Orta Doğu’nun petrol ve gaz rezervleri önemli değil gibi bir anlam çıkarılmasın. Önemli tabiki. Fakat bölgeyi asıl önemli kılan şey gazdan ziyade en stratejik uluslararası emtia olan petroldür.

Öyleyse bölgeyi asıl önemli kılan şey (en azından enerji açısından) Dünya petrol ve gaz üretimindeki payının sırasıyla %35 ve %18 olmasıdır diyeceksiniz. Yaklaşıyorsunuz.

Şimdi size yine BP’den bazı istatistikler vereyim. 1996 ile 2016 yılları arasında Orta Doğu’nun petrol üretimi %50 arttı. Ama bölgenin petrol tüketimi %100’den fazla arttı. Yani bölgeden ihraç edilen petrol miktarı söz konusu süre arasında sadece %40’a yakın arttı. Diğer bir deyişle 1996 yılında bölgede üretilen petrolün %78’i ihraç edilirken 2016’da bu oran %70’e düştü. Ayrıca, bahsini ettiğim zaman aralığı içinde bölgede tüketilen toplam enerji miktarı %150 arttı. Elektrik tüketimi %200’den fazla arttı. Çünkü nüfus hızla artıyor. 1996 yılında Orta Doğu’da yaklaşık 155 milyon kişi yaşıyordu. 2016 yılında ise 244 milyon. Yani nüfus %57 artmış. İşsizlik almış başını gidiyor.

Şimdi gelin 2011 yılına dönelim. Tunus’da başlayan ve adına hala Arap Baharı denilen rüzgar Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya genişledi. Neymiş efendim, insanlar demokrasi ve özgürlük istiyorlarmış! Ben pek katılmıyorum. İnsanlar iş istiyordu ve kendileri sefalet içinde yaşarken belli bir zümrenin kaymak yemesine katlanamıyorlardı. Suudi Arabistan dahil Orta Doğu’daki bir kaç ülke halka ulufe dağıtarak tehlikeyi atlatmaya çalışmıştı. Para varken bu sorun değildi. Derken 2011 yılında varil başına 119 dolar olan petrol fiyatları (2016 fiyatlarıyla) geçen yıl 44 dolara düştü. Yetmiyormuş gibi bu süre zarfında Amerika’nın petrol üretimi %57 arttı. Yani fiyatlardan tokat yendi, Suudi Arabistan’ın dengeleyici üretici (swing producer) rolü tehlikeye girdi ve Brütüs’ler kulübü OPEC’in pabucu ne zaman dama atılacak konusu gündeme geldi.

Basını da arkasına alan bazı uluslararası kuruluşlar ve şirketlerin petrol fiyatlarının yukarıya çekilmesi konusunda verdikleri gaz bile fiyatlardaki miskinliği kaldıramadı. Taki jeopolitika dürtene kadar. Jeopolitik gelişmelerin petrol fiyatlarını etkilemedeki rolünün ve öneminin azaldığı konusundaki kaygılar fiyatların 64 doları aşmasıyla bir bakıma son buldu.

2011 yılından beri Orta Doğu’da baş döndürücü gelişmelere tanık oluyoruz. Nükleer anlaşma sonrasında İran’ın yıldızının parlaması, İran’la Arabistan arasında bölge liderliği konsundaki kavga, Suriye’de yaşanan dram, Suudi Arabistan’ın etrafından toplanan bazı ülkelerin Katar’la yollarını ayırmaları, Arabistan’ın Yemen’de girdiği bataklık, Trump’ın “önce Amerika” politikası sonrasında bölgedeki ağırlığını azaltarak Putin’e yol açması, bölgede giderek artan etnik ve mezhepsel ayrımcılık, Arapları birbirlerine yakınlaştıran ya da birleştiren neredeyse hiç bir konunun kalmaması, Kasım ayı başında Arabistan’da bir dizi tutuklama ve görevden almalarla başlayan kasırga, Trump ilk uluslararası ziyaretini Arabistan’a yaparken Suudi kralının Rusya’ya ilk resmi ziyaretini yapması, Saudi Aramco’nun halka arzı konusu, kapalı kapılar ardında İsrail-Arabistan yakınlaşması, Arabistan’dayken Lübnan Başbakanının istifasını vermesi ve nihayet 70 yıllık Filistin sorunu. Bölgenin cadı kazanından pek bir farkı yok sanki. Boşuna horozu çok olan köyün sabahı geç olur dememişler. Diğer yandan öyle horozlar da vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.

Para varken horozluk taslamak kolay. Hidrokarbon ihracatı bölgedeki çoğu ülke için en önemli gelir kaynağı. Peki, ya petrol fiyatları ve üretilen petrolün ihraç edilen oranı azalırsa ne olur? Benzer durum ciddi miktarda gaz ihracatı yapan Katar için de geçerli.

2012 yılında enerji ihracatından 337 milyar gelir sağlayan Arabistan’ın ihracatı 2016 yılında 134 milyar dolara düştü. Katar’ın ihracatı ise aynı dönemde 65 milyar dolardan 23 milyar dolara düştü. Ama sidik yarışından taviz vermediler.

Nihayetinde, geçen yıl Suudi Arabistan 25 milyar dolar, Katar ise yaklaşık 3 milyar dolar cari açık verdi. Durum böyle olunca 2015 yılında dünya savunma harcamaları klasmanında üçüncü olan Arabistan 2016 yılında sadece 64 milyar dolar harcayarak dördüncü sıraya geriledi.

İnsanın aklına acaba Orta Doğu’nun güvenliği için petrol fiyatlarının bir şekilde bugünkünden daha yukarılarda mı olması gerekir sorusu geliyor ister istemez (bunun şeyl petrol üretimine etkisi, piyasadaki denge ve fiyatlara yansımasını bir kenara bırakıyorum). Öyle ya, bölgedeki ülkelerin çoğu bütçelerini dengede tutabilmek için yüksek petrol ve gaz fiyatlarına ihtiyaç duyuyor.

Bölgenin geleceğinin ne kadar parlak olup olmadığını anlamak açısından önümüzdeki 20 yılda Orta Doğu’nun nüfus, enerji üretim, tüketim ve ihracat miktarlarına ilişkin tahminleri incelemekte fayda var. Mesela Amerikan Enerji İnformasyon Dairesi’nin Eylül ayında yayınladığı Uluslararası Enerji Görünümü raporu bu konuda epey bir malzeme sunuyor.

Önümüzdeki 20 yılda Orta Doğu nüfusunun %50 daha artacağı tahmin ediliyor. Bunun da etkisiyle, bölgenin birincil enerji tüketiminin de %70 artması öngörülüyor. Eğer ülke ve enerji kaynağı bazında tahminlerini bulabilirseniz resim daha netleşir ve gelecek hakkında daha sağlıklı çıkarımlar yapabilirsiniz.

Ben şahsen uzun vadede bölgenin geleceği konusunda pek iyimser değilim. Dubai emiri Muhammed bin Raşid el-Maktum bu kötümserliği şöyle dile getirmişti: “Benim dedem deveye binerdi, babam da deveye bindi. Ben Mercedes kullanıyorum, oğlum ise Land Rover’a biniyor. Torunum da Land Rover kullanabilir ama onun oğlu deveye binecek.”

Kalın sağlıcakla.