LNG’de gözden kaçanlar

Yeni projeler ve önümüzdeki yıllarda hızla artması beklenen arzla birlikte önemli bir değişim sürecine giren Küresel LNG sektörü ve oluşan yeni trendler birçok açıdan Türkiye için çok yakından takip edilmesi gereken öncelikli başlıklardan bir tanesi. Bu süreç Türkiye gibi doğalgazda büyük oranda dışa bağımlı ülkeler açısından fırsatlar sağladığı gibi önemli riskleri de içinde barındırıyor.

Bu yazıda sayısal verileri ve analizleri bir kenara bırakarak LNG’de ülke olarak gözden kaçırdığımız/değerlendirmediğimiz ve önemli olduğunu düşündüğüm bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.

Boru hatlarına ek olarak Cezayir ile Nijerya’dan uzun dönemli anlaşmalarla ve spot piyasadan LNG ithal eden Türkiye, 2 tanesi kara terminali ve geçtiğimiz Aralık ayında devreye alınan İzmir Aliağa’daki FSRU olmak üzere 3 adet LNG ithalat terminaline sahip. Bunlara ek olarak proje ve lisans süreçleri devam eden 2 tanesi özel sektör, 1 tanesi BOTAŞ tarafından planlanan 3 FSRU projesi daha mevcut.

Toplam gaz ithalatı içinde LNG’nin geçtiğimiz yıllarda payı tüketimdeki değişimlere göre yüzde 14-19 bandında hareket ederken hayata geçirilmesi planlanan yeni FSRU projelerinin LNG’nin ithalat içindeki payını arttırması bekleniyor.

LNG, Türkiye açısından kış aylarındaki yüksek doğalgaz talebinin karşılanması, kaynak çeşitliliğinin sağlanması, enerji arz güvenliği, rekabetçi bir gaz piyasasının oluşması ve ithalat maliyetlerini düşürebilmesi gibi birçok açıdan oldukça önemli bir alternatif durumunda.

Sektör dernekleri ile şirketlerin yıllardır büyük emek ve özveriyle üzerinde çalıştığı enerji ticaret merkezi olma ve liberalleşme çabaları birçok farklı nedenden dolayı istenilen hedefe henüz ulaşabilmiş değil ve işin doğrusu bu konudaki iyimserlik de giderek azalıyor.

Bu hedefler için başta boru hatları olmak üzere yeni arz kaynaklarının Türkiye piyasasına gelmesi bu hedefin en temel gereksinimlerinden birisi. Hazar gazından, Doğu Akdeniz, Kuzey Irak ve İran gazına kadar birçok proje her yönüyle yıllardır derinlemesine konuşuluyor. Fakat önümüzdeki 10 yıllık dönemde büyük üretim artışının yaşanacağı ve rekabetçi fiyatların oluşacağı LNG seçeneğini ne yazık ki bugüne dek yeterince kullanamadığımız gibi bunu Türkiye açısından önemli bir çarpan haline getirecek farklı alternatifleri de gözden kaçırıyor ve başka ülkelere altın tepside sunuyoruz.

Bugüne kadar LNG ithalat altyapısını yeterince geliştirememiş olması Türkiye’nin LNG’ye erişimini sınırlarken LNG’ye doğrudan erişimi olmayan ve tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek isteyen Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkelerine yapılacak enterkonektör hatları ile sahip olduğu LNG terminallerinden gaz tedarik etme potansiyelini de elinden alıyor.

Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile Avrupa’da tekrar öncelik olan arz güvenliği ve Rus gazına bağımlılığın azaltılması denize ve/veya farklı alternatif kaynaklara erişimi olmayan Avrupa ülkeleri açısından önemli bir açmaz durumunda. Ukrayna, Bulgaristan ve Balkan ülkelerinin LNG seçeneğinden yararlanmak istemesine rağmen bunu gerçekleştiremiyorlar. Bu durum Yunanistan gibi çok küçük iç tüketime sahip bir ülkeyi inşa edilecek LNG terminalleri aracılığıyla ihracat yapma çabalarına sevk ederken ne yazık ki Türkiye’nin burada da bir alternatif olamadığını üzülerek izliyoruz.

Bu noktada TANAP, Türk Akımı gibi boru hattı projeleri ile Doğu Akdeniz ve Kuzey Irak boru hattı gibi gerçekleştirilmesi planlanan projeler varken Türkiye neden LNG seçeneğine yönelsin sorusunu soran dostlarımız çıkabilir.

Burada bazı temel noktalara dikkat çekmek istiyorum.

Türkiye’nin enerji ticaret merkezi ve rekabetçi bir doğalgaz piyasası olma hedefine giden yolda mevcut, çalışmaları devam eden ve gelecekte hayata geçirilmesi planlanan boru hattı projeleri şuan ki şartlarda katkı sağlamaktan uzak. Burada konunun odağından sapmamak için boru hattı projelerinin karşılaştırması ve değerlendirmesine girmiyorum.

Türkiye’nin bu nedenle doğalgaz iletim ve LNG ithalat kapasitesi ile altyapısını geliştirmesi yakın bölgesinde LNG’ye erişim sağlamak isteyen ülkeler için önemli bir tedarikçi olma şansını sağlayabileceği gibi enerji ticaret merkezi olma hedefine de büyük katkı sağlayacaktır.

BOTAŞ’ın uzun dönemli anlaşmalara ek olarak kış aylarındaki pik gaz talebini karşılamak amacıyla spot alımlara yönelmesi arz-talep dengesine göre fiyatların belirlendiği piyasa şartları nedeniyle yüksek fiyatlı alımlar yapmasına yol açıyor. Aynı zamanda şirketin sahip olduğu ithalat hacminden yeteri kadar faydalanamamasına da neden oluyor.

Türkiye’nin ve BOTAŞ’ın LNG’de Uluslararası bir oyuncu olmasını sağlayacak koşullardan bir tanesi olan ölçek hacmi BOTAŞ’ın pasif alıcı durumdan fiyat yapıcı hale gelmesini sağlayacak en önemli unsurlardan birisi. Bölgedeki diğer ülkelerle Türkiye’ye gelecek LNG üzerinden yapılacak gaz ticaretinin BOTAŞ ve Türk şirketlerinin Global LNG piyasasındaki rekabet gücünü arttıran ve LNG ithalat maliyetlerini düşürmesi için önemli bir ölçek sağlayacağı göz ardı edilmemelidir.

Aliağa’da devreye alınan FSRU’ya ek olarak planlanan 3 FSRU projesinin fizibıl olması ve yatırımların kapasite kullanım oranlarının attırılarak yatırımcılar ve ülke açısından maksimum faydanın sağlanabilmesi için bu tesislerin talebin arttığı dönemlerin haricinde yılın tamamına yayılan bir operasyon yapısına sahip olması ancak bölge ülkeleriyle yaratılacak gaz ticareti ile mümkün olabilecektir.

Bu sayede Türkiye’nin durağanlaşan ve belli bir bantta hareket eden doğalgaz talebi ile önümüzdeki dönemlerde gelecek ilave arza bağlı oluşacak arz fazlası ile al ya da öde yükümlüğü ve FSRU’ların kapasite kullanım sorunu yaşamasının da önüne geçilebilmesi için önemli bir opsiyon yaratılabilecektir.

Yaratılacak hacimle birlikte Türkiye ve BOTAŞ ABD’de inşa edilmekte olan LNG ihracat terminallerinden sağlayacağı kapasite anlaşması ile ABD’den doğrudan aracısız olarak daha düşük fiyata LNG getirme şansına da sahip olabilecektir. Bu ithalat satın alınacak LNG tankerleri ile yapılarak önemli bir maliyet avantajı ve rekabet gücü sağlanabileceği gibi bu alanda yetişmiş insan gücünün oluşması da sağlanabilecektir. Bu durum Türkiye gemi inşa ve bakım sektörü açısından çok önemli bir know how sağlayacağı gibi uzun dönemde bu alanda Türkiye’nin yer almasının da önünü açabilecektir.

Son olarak LNG Bunkering konusuna kısaca değinelim. Enerji piyasaları ve teknolojideki hızlı dönüşüm karayolunda olduğu gibi deniz taşımacılığında da yeni alternatifleri ortaya çıkardı. Deniz taşımacılığında daha düşük maliyet ve çevresel nedenlerle önümüzdeki 10 yıllara LNG’nin temel yakıt olarak öne çıkacak olması birçok ülkenin buradaki dönüşümde yer almak ve maksimum kazanımı elde etmek için bugünden harekete geçmesini sağladı. Bunlardan bir tanesi de dünya deniz taşımacılığının önde gelen ülkelerinden birisi olan komşumuz Yunanistan. Sahip olduğu deniz ticaret filosu ile önemli bir gücü elinde bulunduran ülke Doğu Akdeniz ve Güney Doğu Avrupa’nın LNG bunkering hub’ı olmak için AB’nin de desteği ile çalışmalarına tüm hızıyla devam ediyor.

Avrupa’nın sınır aşan ilk global LNG bunkering projesi olan “Poseidon Med II LNG Bunkering Project” Yunanistan’a ek olarak AB üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya Hırvatistan ve Slovenya’yı da kapsıyor. Önümüzdeki Mayıs ayında İstanbul’da 8’ncisi düzenlenecek olan İstanbul Bunker Conference’ta LNG Bunkering ile ilgili hiçbir oturum ve konuşma olmaması Türkiye gibi büyük bir ekonomiye sahip bir ülke açısından çok büyük bir fırsat sunan LNG bunkering konusuna hem enerji hem denizcilik sektörünün ne kadar uzak olduğunu çok acı bir şekilde gösteriyor. Global ve bölgesel dönüşümler her alanda hızla devam ederken birçok sektörde ve konuda her zaman olduğu gibi elimizdeki şansları yine kaçırıyoruz.