Enerji piyasaları ve iletişim

Yazın sıcak günlerinde enerji piyasalarının gündemi yine hareketli. Zira enerji demek siyaset ve jeopolitik dengeler demek, dolayısı ile diplomasi hatta zaman zaman da savaşlar demektir. Bu sıcak gündem içerisinde toplumun genel olarak enerji kavramına yönelik algısı ve bunun parametrelerine biraz bakmakta fayda var. Enerji sektöründeki şirketlerin büyük çoğunluğu ve hatta kamu, bu dengelerin içerisinde edilgen olarak var olmaya ve tahmin yapmaya çalışırken esas olarak tüketim tarafındaki algılarına ve bu algıyı oluşturan parametrelere daha dikkatli bakmaları gerekiyor.

 

Bu açıdan bakıldığında öncelikle akaryakıt piyasasını diğerlerinden ayırmak gerekiyor. Zira bu piyasadaki gerek yılların oluşturduğu markalaşma, rekabet ve maliyetin fiyata yansıyabilmesi dengesi sebebi ile taşlar daha yerine oturmuş durumda. Küçük marjlar içerisinde fark yaratmaya çalışılan bir hacim işi haline dönüş süreci devam ediyor ancak her durumda akaryakıt fiyatlarındaki değişiklikler küçük de olsa haber değeri taşıyor. Ancak bu fiyatların ne iç siyasete ne de şirketlerin kampanyalarına doğrudan bir ilgisi gözükmüyor. Ancak bu oturmuş sistem diğer taraftan da fiyatların sorgulanmaz şekilde doğru belirlendiği algısını oluşturmuş durumda. Bunda hem modelin hem de EPDK’nın düzenleyici katkısı var.

 

Doğal gaz ve elektrik tarafına baktığımızda ise genelde algıda ikili bir durum var.

 

Doğal gaz uluslararası dengeler, siyaset vb. konularla daha fazla anılıyor. Elektrik ise zaman zaman yatırımlar, teknolojik gelişmeler, yenilenebilir enerji gibi konularla gündeme gelirken aslında her iki pazarın da temelde en fazla gözüken algı parametreleri “Tarife” ve “Kesinti”…

 

Geçtiğimiz kış mevsimini hatırlayacak olursak bunun teyidini görebiliriz. Tamamen doğa koşulları nedeni ile yaşanan elektrik kesintileri günlerce manşetlerden inmedi ve dahası ilgili ilgisiz sayısız da yorum yapıldı konu hakkında… Doğal gazda durum biraz daha farklı da olsa, burada her şeyin hâkimi gibi gözüken BOTAŞ da aslında birçok dış dengeye bağımlı durumda. Özellikle fiziki arz konusunda. Elbette mevcut koşullar içerisinde kısıt yönetiminin daha efektif yapılabileceğini savunanlar çok da olsa, bu pazarın yapısı biraz böyle maalesef.

 

Maalesef çünkü bu modelde ısrar edersek Türkiye’den bir doğal gaz pazarı çıkartmak zor olur. Bizim hedefimiz fiyatın oluştuğu bir pazar altyapısı oluşturmak iken, fiyatı devlet ya da bir başka yerli ya da yabancı kuruluş; alıcı ya da satıcı dikte eder halde olursa bu modelden gerçek bir piyasa çıkmasını beklemek fazla gerçekçi değil. Bu yüzden fiyatlama ve ticarette serbestlik çok önemli.

 

Kesintiler için afet durumları hariç olmak üzere özellikle TEİAŞ’ın üzerinde çalıştığı, tüm gelişmiş dünyada uygulanan Talep Tarafı Katılımı gibi modeller var. Daha farklı optimizasyon modelleri için de çalışmalar yürütülüyor. Ancak Talep Tarafı Katılımı, geçen yıl kesintilerde sesi fazla çıkan sanayiciler ve OSB’ler için çok önemli bir “Telafi” modeli. Üstelik bir taraftan onları telafi ederken diğer taraftan da TEİAŞ’ın elini güçlendiriyor ve bunu yaparken de verimsiz üretim kaynaklarını kullanmıyor.

 

Benzer bir modeli, konunun uzmanları ile mutlaka BOTAŞ’ın da geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Dünyada bir modeli bildiğim kadarı ile yok ancak bizim konumumuzda bir ülke de dünyada yok. O yüzden bu modeli Türkiye’ye has tasarlamak ve acilen uygulamaya geçirmek gerekli.

 

Diğer önemli başlık ise Tarife…

 

Bir mal ya da hizmetin nihai satış fiyatını devlet belirliyor ve üretiminde de aynı şeklide devlet etkin ise bu modelden nasıl serbest bir piyasa çıkarabiliriz? Diğer taraftan devlet bu işten elini çekerse, özellikle zorunlu ve aslında sosyal bir emtia olan elektrik (ve doğal gaz) fiyatları küçük tüketicileri ezecek raddelere ulaşır mı? Devlet eliyle belirlenen fiyatlar maliyetleri karşılamaz ise bu sektöre yatırım yapmış ya da yapacak şirketlerin ve bunlara finansman sağlayan kuruluşların durumu ne olur? Bütün bunlar önemli sorular ve Türkiye özelinde bakıldığında tüm dengelerin özenle korunması gerektiği gibi bir sonuç çıkıyor.

 

Ancak bu tarife konusunu artık gündem olmaktan çıkarma zamanı geldi… Aynen akaryakıt gibi… Özellikle elektrik ve doğal gazı ticari bir faaliyetinin bir maliyet girdisi olarak kullanan tüketicilerin evsel tüketici gibi bir tarife yapısı içerisinde kalmamaları gerekiyor. Bu tüketimler sosyal tüketim değildir. Devlet olarak bir vatandaşın evindeki elektriği ya da doğal gazı kontrolsüz fiyatla almasına yol açmak istemezsiniz elbette çünkü bu temel yaşamsal faaliyetleri ile ilgili bir durum olarak görülebilir. Ancak üretim ve ticaret faaliyetleri maliyetlerine göre para kazanma işidir ve gerek elektrik gerek doğal gaz bu maliyetin bir parçasıdır.

 

Bu yüzden artık tarife konusunda “zam var – yok” konuları yerine yeni modele geçme zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Türkiye’deki tüm sektörlerin buna gayet hazır olduğunu biliyoruz. Zira tarifeli dönemde bile, serbest tüketici limiti indikçe tüm tüketiciler daha düşük fiyattan elektrik alabildiler. Bu durumun yavaş yavaş kaybolmasının nedenine iyi bakmak gerekiyor. Zira devletin koyduğu fiyat yüzünden rekabet imkânı kalmıyor hale gelmişse müdahale zamanı sinyali de gelmiş demek olabilir…