Doğu Akdeniz’i yeniden düşünmek

Türkiye ve Libya arasında 28 Kasım 2019 tarihinde İstanbul’da imzalanan ‘Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşım sürecinde Türkiye’yi devre dışı bırakmayı, hakkaniyet ilkesinden uzak, maksimalist sözde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) İddiaları ile Türkiye ile KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklı egemenlik haklarını gasp ederek izole etmeyi amaçlayan girişimlere karşı Türkiye’nin bugüne kadar attığı en önemli adımlardan birisi oldu.

‘AKDENİZ HANÇERİ’

Türkiye’nin Libya ile imzaladığı mutabakat muhtırasını Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımında Türkiye karşıtı blokun hasmane girişimlerini ters yüz eden bir ‘Akdeniz Hançeri’ olarak değerlendirmek de mümkün.

Türkiye’nin attığı bu adım bölgenin ve bölge ülkelerinin de ötesinde bir etki yaratmış durumda. Doğu Akdeniz’deki son gelişmeler sonrası konunun siyasi ve güvenlik boyutları öne çıksa da meselenin özünde yatan temel neden de gelişmelerin ortaya çıkardığı sonuçlar da enerji kaynaklarının paylaşımını ilgilendirdiği için meselenin özünü yani enerji boyutunu doğru anlamak ve analiz etmek oldukça önemli.

Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve bu kaynaklarının paylaşımından ticarileştirilmesine kadar konuyla ilgili yazılan çoğu analiz ve değerlendirmelerde bölgedeki rezerv miktarlarına ilişkin kafa karışıklığı da yaratan birbirinden çok farklı değişik tahminler ve rakamlar söz konusu. Yazının konusu bu olmadığı için işin bu boyutunu başka bir yazıya bırakarak asıl konumuza dönelim.

Libya ile imzalanan mutabakat muhtırası sonrası yazının başlığında da belirtiğim gibi Doğu Akdeniz’i yeniden düşünmek gerekiyor. Gelinen nokta konuyu tüm yönleriyle ve tüm aktörler açısından yeniden düşünmeyi ve yeni bir çerçevede ele almayı zorunlu kılıyor.

Türkiye’nin son birkaç yıla kadar Doğu Akdeniz’deki gelişmelere Kıbrıs sorunu, iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde ve bölgede gerilimi yükseltmemek adına mümkün olduğu kadar yapıcı ve uzlaşmacı bir şekilde yaklaşması her seferinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi(GKRY) ve Yunanistan’ın maksimalist, uzlaşmadan ve hakkaniyetten uzak yaklaşımıyla karşılaştı. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(KKTC) ile birlikte attığı adımlara karşı ve Türkiye’nin İsrail ve Mısır’la ilişkilerindeki sorunlardan faydalanarak bu ülkelerle birlikte Türkiye’yi bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımında saf dışı bırakmayı ve izole etmeyi amaçlayan Yunanistan ve GKRY’ne karşı yeni bir strateji ile karşılık verilmesi geç kalınmış bir zorunluluk haline gelmişti.

YENİ DÖNEMİN İLK ADIMI TÜRKİYE’NİN BÖLGEDE SONDAJLARA BAŞLAMASIYLA ATILDI

Türkiye’nin ilk etapta Barbaros sismik araştırma gemisiyle bölgede yürüttüğü sismik araştırma faaliyetleri Deniz Kuvvetlerinin yakın korumasında Fatih sondaj gemisinin 2018 Ekim ayında Alanya-1, 2019 Mayıs ayında Finike-1 ve 2019 Temmuz ayında Yavuz sondaj gemisinin Karpaz-1 sondajları ile birlikte yeni bir aşamaya geçti. Türkiye’nin bölgeye yönelik stratejisinde önemli bir değişikliğe giderek Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın TPAO ile sondaj atağına kalkması ve takip eden yeni sondaj lokasyonları üzerinden verilen güçlü kararlılık mesajının diğer aktörler tarafından görmezden gelinerek gerilimi arttırmaya devam etmeleri Türkiye’nin ilave adımlarla süreci yeni bir aşamaya taşımasını da beraberinde getirdi.

Türkiye, 28 Kasım’da Libya ile imzaladığı ‘Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’ ile bölgede kendisinin ve KKTC’nin haklarını yok sayarak gasp etmeye dönük girişim ve oldubitti yaratarak gerçekleştirilmeye çalışılan projeleri akamete uğrattı. Türkiye bu mutabakat muhtırası ile aynı zamanda bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımı, ticarileştirilmesi ve dünya piyasalarına ulaştırılmasına dönük plan ve projelerin Türkiye’yi de dikkate alarak en baştan değerlendirilmesini zorunlu kılıyor.

TÜRKİYE’NİN ONAYI ZORUNLU

Mutabakat muhtırasının teknik ve hukuki detaylarına girmeden enerji özelinde neden Doğu Akdeniz’i yeniden düşünmeyi gerektirdiğini kısaca özetlersek:

Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakat muhtırası ile her iki ülkenin birbirine bakan kıyıları arasında deniz yetki alanları belirlenmiş ve iki ülke Akdeniz’de sınır komşusu haline gelmiştir. Türkiye’nin 2011’de KKTC ile imzaladığı anlaşma, Mısır ile Türkiye ana karaları arasındaki ortay hat ve Libya ile imzalanan mutabakat muhtırası ile belirleyerek ilan ettiği Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) sınırları bu bölgeden geçirilmek istenen tüm boru hattı projelerinin Türkiye’nin onayını almasını zorunlu kılmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan 9 Aralık’ta TRT’de mutabakat muhtırasına ilişkin bir soruya şu yanıtı vermişti: “Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan ve İsrail bu bölgeden Türkiye’nin onayı olmadan doğal gaz nakil hattı kuramaz”. Sayın Cumhurbaşkanımız bölgede Türkiye ve KKTC’nin hak ve menfaatlerini görmezden gelen ve oyun dışı bırakmaya çalışan projelerin Türkiye’ye rağmen hayata geçirilemeyeceğini en net şekilde ve en üst perdeden ifade etmiştir.

Yine 19 Aralık’ta Batman’da konuşan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız Sayın Fatih Dönmez, Libya ile deniz yetki alanlarının belirlenmesinde hayati bir anlaşma yapıldığını hatırlatarak konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

“Böylece Akdeniz’de Türkiye olmadan hiçbir projenin gerçekleşmeyeceğini bir daha göstermiş olduk. Libya ile imzaladığımız deniz yetki alanlarımızı sınırlayan mutabakat muhtırası Meclisten de geçti. Aynı zamanda Libya’daki Ulusal Mutabakat Meclisi de süreci tamamlamış oldu. Şimdi bu alanların ruhsatlandırma çalışmalarına en kısa sürede başlayacağız. Böylece her iki ülkenin kıyıları arasında kalan bölgede Libya ve Türkiye’den izin almaksızın hiç kimse bir şey yapamayacak. Oyunları bozmuş olduk. Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu vurguladı ve ‘Onayımız olmadan bölgede hiç kimse arama tarama faaliyeti yapamaz. Doğal gaz ve diğer enerji nakil hatları tesis edemez.”

Mevcut koşullarda Türkiye’nin MEB ve Kıta Sahanlığından geçirilmek istenen East Med. ya da başka bir boru hattı ya da arama faaliyetine girişmek son imzalanan mutabakat muhtırası ile birlikte Türkiye’nin onayı olmadan imkansız hale geldi.

Türkiye’nin bölgede dün olduğu gibi bugün de bölge ülkeleri ve halklarının refahına katkı sunacak adalet ve eşitlik ilkesi göz önüne alınmış proje ve işbirliklerine kapısının açık olduğu çeşitli kereler yetkili ağızlardan ifade edilmiştir. Bölge ülkelerinin gerçekleştirmeyi planladığı boru hattı projeleri için Türkiye ile masaya oturması artık bir zorunluluk haline gelmiştir.

Bu doğrultuda ister İsrail ister diğer bölge ülkeleri olsun Türkiye ile diyalog kanallarını açarak ortak işbirliği çerçevesinde bu projeleri görüşmesi tüm tarafların yararına olacağı gibi bu kaynakların ticarileştirilebilme olasılığına da artıracaktır.

BAŞARILI BİR İŞ BİRLİĞİ ÖRNEĞİ VE DOĞU AKDENİZ GAZI İÇİN EN FİZIBIL GÜZERGAH: TANAP

Türkiye’nin Azerbaycan ile birlikte ortak irade ve işbirliği ile hayata geçirdiği ve 30 Kasım’da Avrupa bağlantısı açılan TANAP Türkiye ile işbirliği ile yapılan projelerin başarıyla hayata geçirildiğini gösteren en somut örnek olup diğer ülkeler için de çıkarılması gereken dersler barındırıyor.

Yine ilave yatırımlarla kapasitesi 31 milyar metreküpe kolayca çıkarılabilecek TANAP ve Avrupa’ya bağlandığı TAP boru hattı Doğu Akdeniz’deki gaz kaynaklarının hem en kısa ve güvenli hem de en ucuz şekilde Türkiye ve Avrupa piyasalarına ulaştırılmasını sağlayacak güzergah durumundadır. Bu projelerden TANAP’ın inşaatının bittiği TAP’ın ise gelecek sene biteceği göz önüne alındığında East Med. gibi ticari olarak fizibıl olmayan, hayata geçmesi şüpheli projelerle vakit kaybetmek yerine bölge ülkeleri için hazır bitmiş bir güzergaha erişim fırsatını sunuyor. Unutmamak gerekir ki “eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir.” Libya ile imzalanan mutabakat muhtırası Doğu Akdeniz gazının boru hattı seçeneği ile Türkiye’yi dışarda bırakarak Avrupa’ya ulaştırılması hayallerini imkansız hale getirerek Türkiye’ye ile müzakereyi zorunlu hale getirmiş tüm dengeleri derinden sarmış durumda.

TÜRKİYE’NİN YAKLAŞIMI MISIR’IN HAKLARINI DA GÖZETİYOR

Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakat ile Libya yaklaşık 39 bin km2’lik deniz yetki alanına Yunanistan’ın el koymasının önüne geçmiştir. Aynı şekilde bu anlaşma ve Türkiye’nin ortay hat prensibine göre belirlediği Mısır ve Türkiye ana karaları arasındaki Kıta Sahanlığı Mısır’ın haklarını gözetmektedir. Yunanistan ve GKRY’nin Mısır’a önerdiği MEB taslağında ise Mısır on binlerce km’2’lik deniz yetki alanı Yunanistan ve GKRY’ne kaptırma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Türkiye ve Libya arasında imzalanan anlaşma ve Türkiye’nin bildirimde bulunduğu alanlar Libya için de Mısır için de en adil ve hakkaniyetli paylaşımı sunmaktadır. Bu noktada Mısır kamuoyunda ve ilgili kurumlarında bu gerçeğin anlaşılmaya ve tartışılmaya başlaması da bölgede yeni dönemde sıkça gündeme gelecek sıcak başlıklar arasında yer alacak. Aynı şekilde İsrail için de GKRY ile MEB anlaşması imzalamak Türkiye ve KKTC ile MEB anlaşması imzalamaya göre daha dezavantajlıdır. Yeni dönemde Mısır, İsrail ve Türkiye arasında hem enerji kaynaklarının paylaşımı hem de işbirliği imkanlarının geliştirilerek tüm ülkelerin yararına olacak adımların atılabilmesi için diyalog kanallarının açılması ve sağlıklı işleyen bir iletişimin sağlanması önemli olacaktır. İsrail’de önümüzdeki aylarda yenilenecek seçimler sonrası yeni hükümetin kurulmasıyla birlikte Türkiye ve İsrail arasında bir görüşme trafiğinin başlaması olasılığı mümkün olabilir görülüyor.

Bölgede Türkiye’nin ve KKTC’nin deniz yetki alanlarıyla çakışan bölgelerde sismik araştırma, sondaj ve üretime yönelik girişimler Türkiye’nin kararlılığı ve artan tepkisi ile karşılaşacağı için Türkiye ve KKTC’nin haklarını görmezden gelerek gasp etmeye çalışan ülkeler Türkiye’ye rağmen bunları hayata geçiremeyeceklerini idrak ederek hayalperest, maksimalist ve bölgede gerilimi artıran girişimlerden uzak durmalıdırlar. Türkiye ile müzakere ederek bölgedeki kaynakların adil ve eşit bir şekilde uzlaşı içinde paylaşılması, mevcut pozisyonların ve projelerin gözden geçirilmesi gerekliliği Libya ile imzalanan mutabakat muhtırası sonrası tüm aktörler için elzem haline gelmiştir. Doğu Akdeniz’de kurulan yeni denge ve yeni konjonktür Doğu Akdeniz’i enerji, güvenlik ve siyasi açılardan yeniden düşünmeyi ve Türkiye’nin de merkezinde olduğu bir uzlaşı zeminini gerekli ve hayati kılmıştır. Unutulmalıdır ki bu tür büyük enerji kaynakları ve projelerin hayata geçirilmesi için ekonomik fizibilite kadar siyasi fizibilite ve istikrar unsurlarını da haiz olması gerekiyor.