Doğu Akdeniz’de sular ısınıyor

Roma İmparatorluğu’nun en güçlü ve Akdeniz’e hakim olduğu zamanlarda Romalılar Akdeniz için “Mare Nostrum” yani bizim deniz tabirini kullanırlardı. Bugün artık Akdeniz tek bir ülkenin egemenliği altında değil, kıyıdaş birçok devlet egemenliği çeşitli oranlarda paylaşıyor.

İsrail’in Doğu Akdeniz açıklarındaki sahalarında geçtiğimiz yıllarda ardı ardına bulunan doğal gaz yatakları bölge ülkelerinin kendi Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB) olarak tanımladıkları alanlarda sismik araştırma ve sondaj çalışmalarını da beraberinde getirdi.

Doğu Akdeniz’de giderek hızlanan sismik arama, lisanslama ihaleleri ve sondajlar bölge ülkelerinin kendi aralarında uzun yıllardır çözülemeyen ve kronikleşen sorunlara enerji kaynaklarının paylaşımı mücadelesini de eklemiş durumda. Türkiye, KKTC, Suriye, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Lübnan arasında tüm bölge ülkelerinin üzerinde uzlaştığı bir MEB paylaşımının olmaması ve aralarındaki sorunlar konuyu içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Doğu Akdeniz’de son aylarda sular tekrar ısınmaya başlarken Doğu Akdeniz’deki en uzun kıyı şeridine sahip ülke durumundaki Türkiye’nin bölgedeki gelişmeler konusunda çeşitli nedenlerden dolayı aktif bir tutum izle(ye)mediği görülüyor. Suriye krizinin geçtiğimiz Kasım ayında düşürülen Rus jeti sonrası Türkiye-Rusya gerilimine dönüşmesi ile iki ülke arasında artan çatışma riski, PKK ve DAEŞ terör örgütleriyle yaşanan çatışma süreci ve Kıbrıs’ta devam eden barış görüşmelerinin olumsuz olarak etkilenmemesi amacıyla Türkiye Doğu Akdeniz’de gerilimi arttıracak hamlelerden kaçınıyor.

Durum böyle olunca Türkiye Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı mücadelesinde Mısır, İsrail ve Rum Yönetiminin gerek aralarındaki işbirlikleri gerekse yaratmaya çalıştıkları de facto durumlara karşı sınırlı askeri angajman, diplomatik açıklamalar ve sismik arama çalışmaları haricinde sonuç alıcı yanıtlar veremiyor.

Doğu Akdeniz enerji kaynakları konusu, bölge ülkelerinin aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı uluslararası hukuk, diplomasi ve güvenlik gibi teknik ve özel alanları ilgilendirdiği için konuyu tüm yönleriyle ele almak bu yazının sınırlarını aşıyor. Bu nedenle konuyu bu yönlerine girmeden Türkiye’nin ulusal çıkarları ve enerji stratejileri açısından ele almak ve bölgede önümüzdeki dönemlerde ortaya çıkabilecek risklere dikkat çekmekte fayda var.

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin geçtiğimiz Mart ayında adanın güney ve güney batı açıklarındaki sözde MEB içinde kalan 6, 8 ve 10 numaralı parseller için açtığı 3’ncü lisanslama turundaki 6. parselin Türkiye’nin MEB’i ile çakıştığı Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından 25 Mart tarihinde yapılan açıklamada belirtilmişti.

22 Temmuz tarihine kadar tekliflerin alınacağı 3’ncü tura çok sayıda uluslararası şirketin ilgi göstermesi bekleniyor. 25-27 Mayıs tarihlerinde İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenen Akdeniz Petrol ve Gaz 2016 zirvesinde konuyla ilgili görüştüğümüz GKRY’nin Kıbrıs Hidrokarbonları Şirketi Başkanı Toula Onoufriou lisans sonuçlarının bu yılın sonuna doğru açıklanacağı ifade ederken bu konuda geri adım atmayacaklarını söylemesi Türkiye’den gelen açıklamaların dikkate alınmadığını göstermesi açısından önemli.

Kıbrıs Barış Müzakerelerinin devam ettiği bir dönemde GKRY’nin, açtığı ihaleyle Türkiye’nin terör ve Suriye meselesi nedeniyle konuya odaklanamaması ve bölgedeki farklı güçler üzerinden bir oldubitti yaratma arayışı içinde olduğunu görüyoruz.

Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi milli sınırlarını ve haklarını koruma konusunda tereddütsüz olarak yapılması gereken her şeyi bundan sonra da yapacaktır. Fakat Türkiye’nin bölge ülkeleriyle geçtiğimiz son birkaç yılda yaşadığı sorunlar aynı zamanda Türkiye’nin bölgede tek başına kalmasına neden olurken İsrail, Mısır, GKRY ve Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz enerji kaynakları konusunda birlikte hareket etmesine neden oldu.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme yolunda önemli adımlar atarken Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı kriz sonrası enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını düşürebilmesi için önemli alternatiflerden birisi İsrail gazı. İsrail açısından ise petrol ve gaz fiyatlarının dip seviyeleri gördüğü bir dönemde sahip olduğu gaz kaynaklarını en ekonomik ve güvenli olarak ihraç edebileceği seçenek Türkiye’ye uzanacak bir boru hattı ile Türkiye’ye piyasası ve buradan Avrupa’ya ulaşmak olacaktır.

6’NCI PARSELDEKİ LİSANSI RUS ŞİRKETLERİ ALIRSA?

Rusya’nın İsrail gazının Türkiye’ye gelmemesi için İsrail tarafında çeşitli girişimlerde bulunduğu bir süredir çeşitli kaynaklar tarafından ifade ediliyor. Rum Kesiminin Rusya ile olan yakın ilişkileri ve Türkiye’ye karşı birlikte hareket etmeleri aynı zamanda Türkiye açısından yaklaşan bir tehlikeyi de gösteriyor.

Roma’daki Konferans’ta yaptığı konuşmada gazetemiz yazarlarından Dr. Sohbet Karbuz’un da ifade ettiği gibi ortaya küçük bir soru atalım ve buradan devam edelim.

Düşürülen uçak sonrası ilişkilerimizin gerildiği Rusya, Doğu Akdeniz gazının Türkiye’ye gelmesini engellemeye çalıştığı gibi Türkiye’yi diplomatik olarak farklı bir alanda daha sıkıştırmak için 6’ncı parselde arama lisansı alırsa ne olacak?

Türkiye daha önce GKRY’nin sözde MEB bölgesinde yaptığı çalışmalarda olduğu gibi 6’ncı parseldeki herhangi bir faaliyet durumunda savaş gemilerini bölgeye göndererek karakol ve önleme görevi icra edecektir. Bu parseli bir Rus şirketi alır ve Rusya savaş gemileri de koruma amaçlı bölgeye gelirse, iki ülke gemilerinin sıcak çatışma riskiyle karşı karşıya kalmaları söz konusu olabilecektir.

Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin NATO üyesi olması itibariyle bir NATO-Rusya gerilimini de içinde barındırıyor. Bölgede sürekli değişen dengeler belirsizliği arttırdığı gibi bölge ülkeleri arasında iş birliği ve barışa yönelik gerçekleştirilmek istenen Kıbrıs Müzakereleri ve İsrail-Türkiye doğal gaz boru hattına da zarar verecektir.

Sadece Türkiye’nin enerji arz güvenliği ve stratejilerini ilgilendirmekle kalmayıp ulusal güvenliği ve bekası üzerinde ciddi bir tehdit oluşturması muhtemel. Tüm bu gelişme ve olası farklı senaryolara karşı Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri ve Enerji Bakanlıkları başta olmak üzere ilgili tüm kurumların vakit kaybetmeden bir araya gelmesiyle çeşitli alternatif politika ve stratejiler geliştirilmeli. Ayrıca bölge ülkeleri, AB, NATO ve ABD nezdinde bu konuda harekete geçerek vakit kaybetmeden önleyici tedbirleri alınmalı.

Türkiye burada kısa süre içinde 6’ncı parseli içeren bir karşı ihale açarak bölgede çalışmalara başlayabileceği gibi ilgili ülkelerin GKRY üzerinde baskı oluşturmalarını sağlamaya yönelik girişimlerde bulunmalıdır.

Önümüzdeki aylarda Doğu Akdeniz enerji kaynakları konusunda yaşanabilecek ve yukarıda bir ihtimal dahilinde verdiğimiz olasılıklar Türkiye’nin bugün Doğu Akdeniz’de bu konuda yaşadığı diğer ihtilaf ve krizlerden çok daha farklı ve riskli bir durumla karşı karşıya kalabilme ihtimalinin olduğunu gösteriyor.

Doğu Akdeniz’in suları bu kez sadece yaklaşan yaz mevsimiyle birlikte değil enerji Jeopolitiği ile birlikte çok daha hızlı ısınıyor ve Doğu Akdeniz’de çanlar bir kez daha Türkiye için çalıyor.